Dostum Sezai Yeniay ilk kitabını ‘İlizarov Günlüğü’nü geçtiğimiz hafta Google Play Kitaplar’da yayımladı. Zor bir zamanında yazdığı ve el birliği ile hazırladığımız bu kitabın burada tanıtımını yapmaktan da kıvanç duymaktayım.
“Sanıldığının aksine doğa en mükemmele evrilmiyor, en kolaya evriliyor…” – Sezai Yeniay, İlizarov Günlüğü
Sezai’nin kitabı bir günlük… Çocukluğunda geçirdiği bir trafik kazası neticesinde yaşadığı onca ameliyattan sonra bir son ameliyatın hikayesi. İlizarov tekniği ile kemik uzatımı sürecinde yaşadıklarınıÂ teşvikimizle, başkalarına da faydalı olsun diye, bir internet günlüğünden (http://ilizarovgunlugu.wordpress.com/) yazmaya başlamıştı. Bittiğinde bunu kitaplaştırmak için kendisine söz vermiştim. Geç de olsa eşimin yardımı ve özgür yazılım araçlarıyla bunu başardık.
Kitabı değerlendirmek gerekirse, İlizarov Günlüğü ameliyatı ve teknik-tıbbi yaşananları anlatan bir kitap değil. Kitabı okuduğunuzda kader, talih ve hayatın ne kadar çileli olabileceği ve insanın bir şekilde bu zorlu engeller karşısında kendine bir yol çizebileceğini ve başarabileceğine dair inancınız pekişecektir.
İki gün önce hayatta ortalama bir insanın sahip olabileceği birçok şeye sahip bir insan olan Mehmet Pişkin’in intiharı üzerine hayatı sorgulamış olabilirsiniz… Benzer bir çok örnek gibi, İlizarov Günlüğü ve Sezai’nin hayatını önümüze koyduğumuzda, insanın en temel içgüdüsü olan yaşama güdüsünün ne kadar doğal ve doğru olduğunun görüleceğini düşünüyorum. Mutlak içgüdümüz olan yaşamın asla bize mutlu tarafını garanti etmediğini ve hayat oyununda kuralları biz belirlemesek bile mücadele gücümüzün tahminimizden de üstün olması sayesinde kazanacağımızı düşünüyorum. Galiptir bu yolda mağlup da diyebiliriz. Türümüz böyle… Yoksa alçılanmış kırık ayağı ile kağıt toplamaya çalışan çocuğun yaşam mücadelesini nasıl açıklayabiliriz ki?
En zor en umutsuz anlarda bile zaman içerisinde -bazen ‘o zaman’ durmuş ve geçmiyorcasına can yaksa bile- bir çıkış muhakkak vardır.
Bu nedenle İlizarov Günlüğü’nü okumanızı öneririm.
Kitabın hazırlanışı ile ilgili teknik kısma gelelim. İlizarov Günlüğü tamamen özgür yazılım kullanılarak yazılmış ve e-kitap biçimine dönüştürüldü; GNU/Linux tabanlı özgür işletim sistemleri üzerinde LibreOffice Writer ile yazıldı, LibreOffice için Writer2epub eklentisi ile e-kitap biçimine dönüştürüldü ve e-kitap yönetim yazımları Calibre ve Sigil ile son şekli verildi. Lisans olarak ise özgür bir lisans olan CC BY-SA 4.0 ile lisanslandı.
Eşim ve benim için bu ilk editörlük ve e-kitap oluşturma deneyimimiz oldu.
İlizarov Günlüğü’nü serbest şekilde dağıtmanın yanı sıra, bir sayısal yayıncılık platformunda yayımlamak kitabı daha bir kitap havasında görmemizi sağladı. (Eh biraz eski kafa bizde de var, kitaplar sanal da olsa bir raf üzerinde görülmeyi hakediyor diye düşünüyoruz…)
Kitabı Google Play Kitaplar‘dan ücretsizindirebilirsiniz, Google Books uygulaması ile cep telefonunuzda ve tabletinizde veya web okuyucusu ile masaüstü bilgisayarınızda okuyabilirsiniz. Kitabı okuduktan sonra yorum ve değerlendirmenizi kitabın sayfasından yapmanız güzel olacaktır.
Kitabın epub, mobi ve PDF biçimleri de dilerseniz şurada mevcut.
Neyse çok uzatmadan, kitabı indirebileceğiniz bağlantıları paylaşarak yazıyı sonlandırayım.
Son olarak, birçok kişinin faydalanacağı bir birikimi sunduğu için Sezai’yi tekrar kutluyorum. Kitabın editörlüğünü devralarak sürüncemeden kurtaran eşime buradan bir kez daha teşekkür ediyorum.
Geç olsun da güç olmasın derler ya hani, benim de hayatımda genelde birçok şey güç olmasın diye geç oluyor, fırsat meselesi vesselam…
Bu Kurban Bayramında İzmir’e ailemin yanına gittik. Çok şükür güzel bir bayram oldu. İyi vakit geçirdik. Bayramda İzmir’e gitmiş olmanın vesilesiyle, Sezai Yeniay ile epeydir planladığımız görüşmeyi gerçekleştirdik.
Sezai ile tanışman, bundan 6-7 ay öncesine dayanıyor. Özgürlükİçin.com sitesinin Artİstanbul’un ardından proje yönetimi tarafından Camia Koordinatörlerine devredilmesi ve ardından Camia Koordinatörlerinin Özgürlükİçin.com’un yönetimini “topluluğa” bırakması ile Özgürlükİçin.com, yönetim adınsa, sahipsiz bir durumda kalmıştı. Herkes bu durumun sıkıntısını yaşarken, ne yapılabileceği konusunda pek bir çözüm görünmüyordu.
Herkes Özgürlükİçin.com topluluğunun dağıldığını düşünüyordu. Oysa konu topluluk ve özgür yazılımsa, bir şeylerin kaybolmaması gerekiyordu. Şu iletimde duruma müdahil olmuştum. Aynı günün öğle saatlerinde de Sezai şu sözleri ile bu sürece sessiz kalmayacağını belli etmişti;
“Vatanın bağrına düşman dayamış hançerini,
Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini? “ Namık Kemal “Vatanın bağrına düşman dayasın hançerini,
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini!” Mustafa Kemal
Bu sözler ile mücadelenin bırakılmaması, her şekilde birilerinin sahip çıkma güdüsünün harekete geçmesi gerektiğini ortaya koymuştu. Nitekim öyle de oldu, kendisi Özgürlükİçin topluluğunun Genel Yöneticiliğine talip olarak bu sorumluluğu aldı. Aslında sorumluluktan da öte, bir şekilde kendini bu süreçte olacaklara siper etmişti…
Geçtiğimiz süreçte, çok çalıştı, birlikte çok da iş yaptık, çok fazla telefon görüşmemiz oldu. Özgürlükİçin.com’u ayakta tutmak ve her süreci devam ettirmek adına büyük mücadelede bulunduk. Sağolsun bu süreçte daimi ve vefakar dostlarımız desteklerini bizden esirgemediler. Server Hoca ajansı tek başına sırtladı, bu süreçte tanıştığım Hamit Giray Nart E-dergi’de elimiz ayağımız oldu, derginin üretim sürecini tek başına devraldı, sağolsun Uğur Çetin Öi ile ilgili teknik süreçlerde bize yardımcı oldu.Sevgili Anıl Özbek ve Ayhan Yalçınsoy haber editörleri olarak yeni haberleri bizimle paylaştılar. Sevgili Abdülkerim Aydın görsellerimizi tasarladı, Öİ’ye yeni bir logo üretti. Adını atladığım diğer arkadaşlar da desteklerini eksik etmediler. Ama ne yazık ki iki elin parmakları sayısına ulaşamadık.
Ne yazık ki her şey toz pembe olmadı, bir avuç kaldığımızı görmek her denemede bizi çok üzdü. Ne kadar uğraşsak da bir kaç kişi dışında topluluk süreçlerine kimseleri pek dahil edemedik. En büyük başarımız, topluluğun en genç üyelerinden biri Olan Mutlu Can Yılmaz’ı forum yöneticiliğine taşımak oldu. Kendisi bu genç yaşında, bu gönüllü ile sahip çıkışı ile bir çok kişiye örnektir.
Anıl ve Abdülkerim demişken, üretmeyen sadece eleştiri üreten kişilerin parlak çabaların hevesini kırdığı gerçeğini de unutmayalım. Bu hayatta her zaman böyle galiba, üreten insanları en çok kıran üretmeyen insanların kör-cesur lafları….
Hiç unutmuyorum, Anıl bir ara sürekli haber girerken şunu söyleyip geri çekilmişti:
“Haber yazamayan, paylaşmayan insanların haber okumaya da ihtiyacı yok. Kimse yeni haber eklemek için çaba göstermiyorsa demek ki yeni haber okumak da bu insanlar için önemli değil….”
Tam olarak böyle mi demişti bilemiyorum ama, haklıydı. Sadece tüketici kitlesine haber sunmak, kimseden katkı alamamak, ve insanların haber yazmakta “işine gelmeyenlerin sessizliğini” oynaması, haber yazılmayınca da gaddar yargıçlar gibi hüküm vermesi kaldırılması çok zor bir şey. Abdülkerim de benzer şekilde logo tartışmasında incindi sanırım…
İnsanlar hala bu işin gönüllü olarak yapıldığını, kimsenin onlara haber sunmak zorunda olmadığının farkında değil. Üretmenin ise yanından geçmek bazıları için “kerizlik” hala… Kişi kendini önemli gördükçe kendine sunulanları, ona sunulmak zorunda olan şeyler olarak görmekte. Ülkemizde ezelden beri var olan ve bu son yıllarda özellikle artan, bencil tüketim, ve karşılıksız çabayı kerizlik olarak görmek, ne yazık ki emek bağnazlığının daimi eseri.
Sezai bayramın ikinci günü Kemalpaşa’ya geldi. Evde kolonya tuttum ve favori tatlım “Bükme” yi ikram ettim. Bükme yuvarlak böreğin cevizli olanını düşünün, o şekilde bir ağdalı tatlı, bence baklavadan çok daha başarılı.( Sezai’nin tatlıya pek arası yoktu :)) Tatlıyı yeyip biraz oturduktan sonra eşimle beni söz verdiği gibi Şirince’ye götürdü.
Şirince İzmir’in bir köyü, eski bir rum köyü şimdi ise şarapları ile meşhur turistik bir köy. Bayram olmasından dolayı çok kalabalıktı. jandarma bizi köy merkezine sokmadı, dağ bayır otopark olmuştu. Arabayı dağ-otoparkına bırakıp Şirince’ye yollandık.
Şirince adı üzerinde, şirin bir köy, çok büyük değik. Köy meydanı ve civarı hep dükkan. Dükkanların çoğu şarap satıcısı, küçük bardaklarda şarapları tattırıyorlar, dilerseniz satın alıyorsunuz. Sezai bizi güzelce gezdirdi. Sonra kendisinin bildiği bir şarap evine götürdü. Orada şarap tattık. 10 çeşit Şarap küçük bardaklarla köy ekmeği eşliğinde tadım ikramı olarak geldi. Şarapları tattık diyemeyeceğim, şarapları tattım çünkü 🙂 Sezai’nin alkolle pek arası yoktu, eşimin de keza. Durum böyle olunca ben de elimden geleni yaptım. O günün sabahında TV8’de Ayhan Sicimoğlu‘nun gezi programını izlemiştim. Nürnberg’de şarap evlerini geziyordu, kendisi çok değişik bir adam, o gün ilk kez izledim kendisini. Bir garip adam vesselam. Onun da gösterdiği şekilde şarapları şupur şupur yöntem ile tattım. Şirince meyve şarapları ile meşhur, özellikle karadut çok satılıyormuş. Kavun ve böğürtlen de popüler, ben nar şarabını da sevdim. Üzün şarapları da başarılıydı, hatta ödüllü bir üzüm şarabını da tatma fırsatım oldu.
Şaraptan pek anlamadığım için, satıcıların birine ne önerirsiniz diye sordum. Diyalog şöyle gelişti:
-Ben: Siz ne önerirsiniz
-Satıcı: Rakı!
-Ben: Doğru diyorsunuz…
-Satıcı: Ben burda şarap içsem, şeker hastası olurum. bak bu kadehim, birazdan da su koyacağım. En güzeli rakı!.
-Ben: Afiyet olsun!
Oradan kalkınca, Şirince’nin meşhur gözlemesini yemek için üst sokaktaki gözlemeciye çıktık. Orada gözlemeleri yedik. Sezai ile Pardus, Tübitak, Özgür yazılım ve Türkiye üzerine konuştuk… Sezai çevresine sığmayan bir insan, çok azimli ve kültürlü. Kendisi Torbalı Devlet Hastanesinde çalışıyor, ama sosyolojiden tutun bir çok konuda elle tutulur çalışmalar yapmış. Okuyan, düşünen birisi…
Gözleme sohbetinden sonra Şirince turumuza devam ettik, kilise pazar derken hediyelik şaraplarımızı da aldık. Gerçi aldık diyemeyeceğim Sezai aldı sağolsun, dükkan sahibinin demesi bizim paramız orada geçmezmiş. Gözlemeyi de o ısmarladı zaten, haliyle tam misafir olduk…
Şirince’den akşam üzeri ayrılıp Selçuk’a indik, orada bir tatlıcısı varmış, ama maalesef kapalıydı. Tur planına devam edip Torbalıya gittik. Torbalıda bizi Dibek kahve yapan bir yere götürdü. Daha önce hiç Dibek kahve içmemiştik. Gayet güzel bir şey. Eşim yoğun telve ve köpüğünü çok sevdi.
Kahveci abi de değişik bir adamdı, biraz ülke üzerine sohbet ettik. Okumuş görüş geçirmiş “eski” bir düşünce adamı diyelim 🙂
Torbalıdan ayrılıp Kemalpaşaya doğru yola çıktık. Yol boyu bir çok şeyden konuştuk. Kemapaşa’ya vardık, yemeğin ardından ben de abimle Sezai’yi kahveye götürdük 🙂 O gün eşimin doğumgünü nedeniyle bir bahçe organizasyonu yapalım diyorduk ama havanın serinliği vb bu olayı yapamadık. Bayram misafir trafiği vb… Kahvede bir iki çay içtikten sonra Sezai’yi yolcu ettik.
Benim için güzel bir gün, eşim için de güzel bir doğum günü oldu. Sağolsun Sezai bizi çok güzel ağırladı. Ona çok borçlandık 🙂
Şimdi tüm bunları görünce, bu “kerizlik” sebebiyle Sezai gibi bir arkadaş edinmiş olmak bile emeğin karşılığı 🙂
Bugüne kadar özgür yazılım topluluğunda tanıştığım insanlar tıpkı Sezai gibi çok değerli altın gibi kişiler oldu. O nedenle çok mutluyum. Birbirimizi daha yakından tanımak güzel bir şey. En azından yaptığımız gönüllülüğü eğlenceli kılıyor.