Çocukluğumdan beri saat takmayı pek sevemedim. Sadece saat değil vücudumda herhangi bir takı-aksesuar hatta dövme bile olsun istemedim. Üzerimde bu tür bir şeyler olmadığında kendimi daha özgür hissediyorum. Peki ya elbise derseniz, çocukken onu da pek sevmezmişim ya… Neyse bu da ayrı bir hikayeye kalsın…
Saat dedim, dağıtmadan saatle devam edelim… Ara ara saat takmaya heves etsem de uzun süreli bir alışkanlık olmadı. tam ikiyüzelli hafızalı ışıklı Casio databanklar son hevesimdi, olmadı…. Cep telefonları da çıktı ya, saat benim için tamamen bitmişti ta ki Necdet Hoca‘nın beni Pebble ile tanıştırmasına kadar…Â Akıllı, şık ve güzel bir saat… Yeniden saat takmaya başladım…
Tabi geçmişte saat takmadığım için saat takanlara has sorunlara da bir o kadar yabancı kalmışım efendim. Hele kış mevsiminde, mont giyip üzerine sırt çantasını hızlıca geçirdiğim o hızlı günlerde zamanın akışının benim için çok önemi yoktu. Her gün, her dakika, her saat ve saymaya tenezzül ettiğim her saniye varsın geçsindi, ne olacaktı ki sanki. Gençlik bonkörlüktür efendim, hele de zaman bonkörlüğü… Gençken zamandan bol ne var ki elde, geçsin şu zaman da bir an evvel toplumda yer edelim, birey olalım da o zaman bakarız zamana…
Özetle, bu yaşıma kadar kışın hiç saat takmamıştım, okuldan sonra da doğrusu sırt çantası taktığım nadirdir. Geçtiğimiz gün dizüstü bilgisayarı sırt çantasına koyup Pebble’ımı koluma takıp montumu da giyince bu yazının konusu olan sorun ile yüzleştim. Büyük ve ciddi bir sorun varmış gibi algılanmasın, öyle olsaydı zaten toplumun bir çok bireyi tarafından tecrübe edilir ve nasihatlerle bilindik bir olguya dönüşürdü ve ‘veya’sı yazının sonlarında anlaşılırdı… Ama yazma niyetim sorunun farkındalığını artırmak ve ona mahrum kaldığı meşhurluk ve ciddiyeti kazandırmak değil ebette, çözümü söyleyecek olsam da anlatacağım çözüm de değil…
Mont kapüşonlu, hafif de kabarık, sırt çantası standart, kolluk boşluğunun çapı da büyük değil hani… Her işimize siyasetin gölgesinde önce sağ diyerek başladığımız için sırt çantasının sağ kolluk askısından tuttuğum gibi geçiriverdim sağ omzuma, sonra ezberimden güvenle sol kolum geriye kıvrılıp kendi idaresindeki sol elim ile çantanın sol kolluğunu yakalayıp tek hamlede çantayı giymem için omuz hareketime işi bıraktı… Omzumu geri atıp kolayca çantayı sırtıma geçirmem için tek yapmam gereken sol bileğimi kolluğun içinden geçirmekti ama bu sefer bir sorun vardı; sol bileğimdeki saat… Biraz zorlama ile kollukların hemen kayacağını düşündüm ama montun bilek kısmı ve saat kolluğun oraya takılmasına sebep oluyordu. İlk önce çantayı sırta geçirmek için ilkokuldan beri yaptığım manevrayı yanlış yaptığımı düşündüm, tekrar denedim yine olmadı, biraz daha zorlayayım dedim, kayış kopacak gibi oldu. Biraz geometriden hafızamda kalanları kullanayım dedim, dirseğimin ters açısını azaltmak hem acı verdi hem beni daralttı Bir çanta giymek ne kadar zor olabilir ki… Çanta kollarının yeteri kadar büyük olmadığını, mont ile giymek için biraz daha gevşetmem gerektiğini düşündüm o sırada biraz daha geometrik eğilme bükülme ile çantayı sırtıma geçirdim…Â Sonunda yola koyulabilmiştim.
Yolda neden böyle bir sorun yaşadığımı düşündüm, yeteneksiz miydim acaba.. Basit beceri gerektiren bir işi neden zorlanarak, ve daralıp terleyerek üstelik saatin de kayışını az kalsın kopararak ancak başarabilmiştim… Kafamda yine genişlik hesabı, açılar ve sürtünme ile ilgili fizik ve geometri kırıntıları ile bunun kolayını düşünmeye devam ettim. Biraz düşündüm ve sıkıldım, sonra düşünürüm deyip bu konuyu düşünmeyi öteledim. Böyle bir durum karşısında başka türlü düşünmem düşünülemezdi bence…
Dönüş öncesi düşünmeyi ertelediğim bu sorunla tekrar yüzleştim, çocukken her çocuk gibi kazak-atlet-tişört çıkarmakta ve giymekte çok tercih edilen fakat ilkel bir yöntem olduğu için ebeveynler tarafından eleştirilen kopana kadar çekip uzatma yöntemini uygularken yaşadığım sıkıntılar ve sonrasında doğru yöntemle nasıl kolayca giyilip çıkarılabileceğini öğrenip rahatladığımı hatırladım. Bakış açımı değiştirip farklı açıdan bakınca mevcut duruma bir çözüm bulacağımı düşünüyordum. Ama nafile, faydası yoktu, sırt çantasının nasıl asortik bir giyilme yöntemi olabilirdi ki, acaba kollarımı çapraz yapıp mı geçirsem diye düşünürken sorun iyice anlamsızlaştı… Saniyeler içerisinde bunlar aklımdan geçerken ayaktaydım ve sırt çantama bakıyordum, çok fazla şey aklımdan çok kısa bir zaman içinde geçmişti, insan beyninin hızına hayret edip bir saniyenin içerisinde birkaç saniye kadar hissedilen bir süre duraksadım ve kendi kendime şunu sordum; Neden önce saatimin olduğu sol koluma çantayı geçirmedim ki…! İşte bu kadar basitti bu sorunun çözümü. Oysa ben nerelere gitmiştim…
İşte bu kısa hikayeyi bu uzatılmış satırlara kadar okuyabilen dostum, bu laf salatasıyla anlatmak istediğim karşılaştığımız sorunlar (veya pratikte problemler) karşısında takıldığımızda çözümün hep çok basit olduğunu ve belki sadece yaptıklarımızın sırasını -mantıklı olan sıra ile -değiştirmekle bile bu sorunların ortadan kaldırılabileceğidir. Bu kadar basit bir şeyi beceremem veya çözümü ilk anda göremediğim için beni aptallıkla suçlayabilirsiniz, büyük ihtimalle de aptalca bir konu olduğunu düşüneceksiniz.  Fakat onun şunu söylemek isterim ki yöntemcilik yaşantımızda çok kullandığımız bir sorun çözme şeklidir, her şeyle ilgili ‘onun yöntemi şu’ şeklinde bilgiçlik taslanılabilir. Yöntemini biliyorsanız protonları çarpıştırmak bile çok kolaydır, yöntemi çokça tecrübe ettiyseniz de becerilememesi aptalca gelebilir. Benimsediğiniz yöntemler işlese de çok mantıklı olmayabilir olabilir tıpkı montu giyip çantayı taktıktan sonra sonra saati kolumuza takmak gibi. Mantık ve sıra, sadece bu.
Tıpkı takıldığımda bakış açımı değiştirmem gibi bundan sonra da takıldığımda başlangıç noktasını değiştirmeyi daha sık deneyeceğim. İşte bu da uygulama yöntemine değil, sorun çözme yöntemine bir katkıdır. Bu hikaye de kendime not olsun.
Bu sıkıcı kış yazısını güzel bir bahar resmi ile bitirelim…
Mutlu günler.