Kategoriler
Fikir Tezim

Yoksulluk Bir Değerler Sorunu Olabilir Mi ?

Değerler Kavramı Üzerine Yoksulluk Tanımım

Yoksulluk olgusu ve yoksulluğun tanımı konuları daha önceki yazılarımda da belirttiğim gibi göreceli ve henüz üzerinde tam anlamıyla uzlaşma bulunmayan görüşler üzerinde farklı yaklaşımlarla tartışılmaya devam ediyor. Amartya Sen’in “Yeterlilikler Yaklaşımı” üzerine düşünürken aklıma yeterlilikler, değer üretimi ve üretilmiş değerlere erişim penceresinde geliştirilebilir mi sorusu geldi ve karalama olarak bunları yazıya dökmek istedim.

Toplumsal yaşamda bireyler değerler üretmekte ve aynı zamanda da üretilmiş değerleri tüketmekte veya kullanmaktadırlar. Bu değerler somut madde olabildiği gibi soyut değerler de olabilirler, somut değerler maddi ve ölçülebilen değerler olmalarına rağmen soyut değerler ölçülemeyen ve değişken haldedirler. Örnek verecek olursak, bir marangozun yaptığı masa somut bir değerdir, marangozun işgücü soyut bir değerdir. İşgücü soyut bir değerdir çünkü marangoz o masayı yaptığı ana kadar, işgücü değerini yeterli kılacak kadar geliştirmiştir, şöyle ki o güne kadar edindiği fiziksel güç, tecrübe ve teknik bilgi ve başarım düşüncesi işgücünü o masayı üretebilmek için yeterli kılar. Bu durumda, bir ülkede ya da işletmede, üretime ya da herhangi bir işe katılan ve bunun gerçekleşmesini sağlayan insan emeğinin tümü olan, işgücünü üretilmiş bir değer olarak nitelendirebiliriz.

Basit iki örnek ile değer kavramına giriş yapmış olduk, şimdi ise değerleri genişletebiliriz. Birey doğal olarak ihtiyaçlarının tatmin olduğu seviyede olmak istemektedir, bu seviye ise bireyin bütün ihtiyaçları,ve bu ihtiyaçlarını gidermek için gösterdiği çaba ve tatminiyle belirlenmektedir. Temel ihtiyaçlar olan, beslenme, sağlık,güvenlik,sosyal çevre, bireyin yaşamını sürdürebilmesi için gerekli değerlerdir. Yeterli beslenme ile günlük enerji ihtiyacının karşılanmış olması ile birey günlük ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli fiziki güce erişmektedir, bu yeterli fiziki güç seviyesi hali birey için bir değerdir. Aynı şekilde yaşamını sürdürebilmesi için gerekli sağlık koşullarının sağlanmış olduğu sağlıklılık hali,güvenlik ve sosyal çevre de gerekli birer değerdir diyebiliriz.

Değerler yaklaşımında temel insani ihtiyaçlar ve toplumsal yaşamda gerekli olan geliri elde etmek için birey bu değerleri üretmek durumundadır. Eğer birey bu değerleri üretemiyorsa ve bu değerlerin eksikliğinden dolayı yaşam tehlikesi varsa veya toplum içerisindeki yaşamını onurlu şekilde sürdüremiyorsa birey değerler yaklaşımıma göre içsel değerler açısından yoksul demektir.

Değerlerin üretimi ile ilgili bu ilk kısım elbette yoksulluğu tanımlamak için yeterli olmayacaktır, değerlerin birey tarafından üretimi olduğu gibi elbette ki bireyin birde diğer bireyler tarafından üretilen değerler ile çapraz etkileşimi söz konusudur. Bu etkileşim dahilinde bireyin yaşamını sürdürmesi için diğer bireyler tarafından üretilen somut ve soyut değerlere ihtiyacı vardır. Diğer bireyler tarafından üretilen somut değerleri tüketmek, ve soyut değerlerden faydalanmak bireyin tüketim tarafındaki ihtiyaçlarını karşılamaktadır. Eğer birey diğer bireyler tarafında üretilen bu değerlere erişemiyorsa, örneğin somut değerler olarak gıda ve eşya, soyut değerler olarak eğitim, sağlık, güvenlik gibi değerlere,birey değerler yaklaşımıma göre dışsal değerler açısından yoksul demektir.

Bireyin yaşamı için kendi ürettiği değerlere iç değerler,diğer bireylerce üretilen ve bireyin faydalandığı değerlere ise dış değerler diyebiliriz. İç ve dış değerler toplum yaşamında tıpkı muhasebe kalemler gibi çalışmaktadır dersek yanılmış olmayız. Örnek verirsek, ilk örneğimizde marangozun işgücü değeri ve ürettiği ürünün değeri marangoz için üretim tarafındaki iç değerdir, bu ürün, onu satın alan doktor için ise tüketim tarafındaki bir dış değerdir, doktorun işgücü olan sağlık hizmeti sunma yeterliliği doktor için bir iç değer, marangoz için o sağlık hizmeti ise sağlılık hali için gerekli olan bir dış değerdir.

Örneğimiz biraz karışık olsa da temel mantık, yaşam için gerekli olan değerleri üretebilmek, ve diğer bireyler tarafından üretilmiş değerlere erişebilmek toplumsal yaşamdaki yeterlilikleri karşılamanın temelinde yatmaktadır. O zaman yoksulluğu değerler yaklaşımıma göre şöyle tanımlayabilirim :

Bireylerin yaşamları için gerekli olan değerleri üretememesi ve diğer bireyler tarafından üretilen değerlere erişememesi ve bu değerlerin eksikliğinden dolayı yaşam tehlikesi veya toplum içinde onurlu yaşam sürdürememe haline “Yoksulluk” denir.

Gece vakti çok düzensiz de olsa karakalem yoksulluğu böyle tanımladım. Eminim ki bu yazımda birçok mantık hatası ve eksiklikler var. Fikirlerinizi ve eleştirilerinizi yorumlar kısmında görmek üzere….

Kategoriler
Fikir Tezim

MUTUALİZM

Bir şirket hayal edelim:

Sermayesi orta sınıfa mensup ücretli çalışanlar tarafından oluşturulsun ve bu sermayedarlar şirket hisseleri için ödedikleri tutarları ödedikleri gelir vergisinden düşebilsinler. Sermaye yapısı böyle olsun.

Çalışanları ise o güne kadar çalışma hakkından mahrum kalmış ve toplumda istihdam önceliği olan yoksul ve yoksun kesimden olsun. Ücretleri asgari ücret altında olmasın ama bir ailenin aylık ortalama geçim sınırının üzerinde de olmasın.

Şirketin yönetimi bağımsız olsun, devlet müdahalesinden uzak ve profesyonelliğe yakın olsun. Hesap vermekle kalmasın hesap sordursun.

İdare sınıfı ve orta sınıf diğer yöneticileri eşit şartlarda bağımsız performans yönetimi şirketlerince yapılacak sınavlar ve değerlemeler ile istihdam edilsin, tıpkı özel firmalar gibi ara kademede veya tecrübeli yönetici ihtiyacında aktif işgücü piyasasında ihtiyaca göre işe alımları yine özel istihdam kuruluşlarınca bağımsız değerlemeler ile yapılsın.

Denetimi bağımsız olmakla kalmasın, en küçük sermayeye sahip ortakları veya herhangi bir vergi mükellefi bile denetim isteme hakkına sahip olsun, Hesaplarının şeffaflığı gibi mali olmayan kararları da şeffaf olsun, her ortak internet üzerinden şirketin hesaplarına ve kararlarına ulaşabilsin.

Şirket emek yoğun sektörlerde düşük kar oranıyla tüketicilerin günlük ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik bir ticari yol izlesin. Üretimini rekabetçi ve orta kalitede bir çizgide gerçekleştirsin. Pazarlamasını ise özel şirketlere yaptırsın.

Kar sadece ortakların değil, çalışanların da hakkı olsun ama hak çalışan olunduğu için değil, hakkıyla çalışıldığı için kazanılmış olsun. Karın dağıtılması hakça olsun; şirketin büyümesi ve yeni yatırımları sektörün büyümesine ve istihdam hedeflerine göre olsun.

İşte karşınızda “HALK ŞİRKETİ”… Devlet ile organik bir bağı olmayan, kamuoyu yani daha açık şekilde halk tarafından kurulan, halk tarafından yönetilen ve halk tarafından denetlenen bir özel şirket.

Bu model orta sınıf insanların yoksul, yoksun ve işsiz insanları ekmek sahibi yaptığı; yoksul ve yoksun insanların ise yaşamak için kullanamadıkları çalışma haklarını emeğe dönüştürüp, bağımsız haldeyken etkisiz olan küçük miktardaki birikimleri orta sınıf için kazançlı yatırımlara dönüştürdükleri bir ortak girişim; MUTUALİZM.

Şimdi siz hayal edin, büyük tarlalar, büyük fabrikalar, büyük marketler… İçlerini ve ara geçişlerini siz düşünün, HALK ŞİRKETİ ürünlerinden almaz mıydınız?

Kategoriler
Fikir

Yana Yana!

Ben yanmasam,sen yanmasan biz yanmasak,
Nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa.   

Bir gün, bu topraklarda çocuklar masmavi gökyüzüne özgürce bakacak, gelecekleri de o gökyüzü gibi pırıl pırıl olacak… Kaygısız yuvalarında sıcak sevgi bulacaklar , sevildikçe dünyayı sevecekler ; insanlığı sevecekler.
Korkuları olmayacak, ne sokakta oynamaktan ne de çeşmelerden kana kana su içmekten… Güzel çocuklar olacaklar, güvencede çocuklar, can çocuklar…  Mert çocuklar olacaklar, namerde boyun eğmeyecekler, kimseden çıkar gözetmeyecekler, doğruların çocukları olacaklar, onurlu çocuklar…

Biz yanacağız,geleceğimiz aydınlanacak…

Çok yanmamız gerek…

Aydınlatılacak daha çok yol var ki gidelim, gidelim de çıkalım bu karanlıkların içinden…

Kategoriler
Fikir

Helal Olsun !

Osman Özgüven Devlete Karşı İşlenen Suçlar

1. Bedava Su
2.Ucuz Ekmek
3.Bedava muayne
4.Bedava Ulaşım
5.Kadınlara Destek, El sanatlarını Geliştirme.

Böyle bir olayın yaşanacağını elbette Osman Özgüven’in kendisi de çok iyi bilmekteydi, hemde bu işlere kalkışmadan iyice hesap etmişti.Ve kendi sözleriyle “Benim veremeyecek hesabım yok.”diyor, haklı da çünkü o utanılacak birşey yapmadı.

Osman Özgüven’in yaptıklarının temelinde yer alan “Sosyal Belediyecilik Anlayışı”na kabaca bir göz atalım.

Öncelikle belediye yönetimi, hizmet etmekle yükümlü olduğu vatandaşların oyları ile seçilmektedir, vatandaşın birliktelik içerisindeki yaşam gerekliliklerini yerine getirmekle ve talep edene hizmet götürmekle yükümlüdür. Belediye yönetiminin gelirleri o yöredeki vatandaşların hizmetler karşılığı ödediği paralardan ibaret olmamalıdır, merkezi yönetimden gelen paraların o bölge insanının ülke ekonomisi için yarattığı katma değerin yöreye dönüşü olduğunu kabul etmek gereklidir. Özellikle söz konusu iç turizmin yoğun olduğu ve yerli halkın gelirinin düşük olduğu bir yöre ise bu bölgenin bayındırlığını devam ettirmek bir zorunluluktur.

Türkiye’nin dörtbir yanından tatil için yöreye giden vatandaşın sağlıklı temiz ve güvenli bir tatil yapması için belediyenin yörenin yerli halkına ve yörenin fiziki durumuna karşı çok hassas davranmalıdır.

Elbette sayıştay denetçisinin yetkileri kanunlarla belirlenmiştir, fakat yerel yönetim ve belediye meclisi yönetimde söz sahibi durumda ve özel durumlarda hesap verilebilir şekilde uygulamalar yapmalıdır.

Sayıştay denetçisinin uygulamalara şu göz ile bakması gerekmekteydi ;

1-Su : Su temziliğin gerekliliğidir, susuzluktan kaynaklanan salgın hastalıkların bölge ekonomisi ve turizm için sonuçları felaket olabilir, nitekim belediye de kişisel temizlik ve zaruri ihtiyaç olarak 10 ton limit belirlemiştir,bunun üzeri kullanım ücrete tabidir, ki bu 10 ton altı kullanımın faturalandırılması muhasebe işlemleri gibi tahsilat masrafları ile bu tahsilatın gerçekleştirilmesinin çok da ekonomik olmadığını aşikardır. Ayrıca bilinmesi gereken şey de ” Su Talep Edenindir ” nasıl sahiller vatandaşın ise bu ülkenin içme suyu da vatandaşa aittir, herkes yaşamı için ücret vermeden kulanabilmelidir.

2-Ucuz Ekmek : İnsanımızın temel besin maddesi olan ekmek, özellikle dar gelirli ve fakir insanlar için vazgeçilmez bir gıdadır, ekmeğin maliyetindeki artışlar bu insanlar için açlıktan daha acı bir sonuç oluşturmamaktadır. Beslenemeyen bir yöre halkı, açlık sefillik ve hırsızlığın kollarına bırakılmış demektir.
İmkalar dahilinde karsız satılan 10.000 ekmek dar gelirli 10.000 kişinin karnının doyması demektir. Fırıncıların hijyensiz ortamda 40Ykr ye sattığı mamulü 25Ykr ye satabiliyorsa idare fırıncıların da serbest piyasanın tekel düşmanlığına sarılmak yerine, serbest piyasanın rekabet şartına sarılması gerekir.
Geçtiğimiz hafta Mısırda ve bugünlerde Haiti gibi fakir ülkelerde çıkan gıda isyanları haberlerini ve BM’rin konu ile ilgili yaptığı çok önemli açıklamaları okumuş mudur acaba sayın Sayıştay denetçisi ?

3-Muayne ve Röntgen : “Sosyal Hukuk Devleti” vatandaşın sağlığından 1.derecede sorumludur, devlet imkanlarında sağlık şikayeti olan vatandaşın tedavisinden sorumludur. Promosyon gibi dağıtılan yeşil kartlar yerine 1 Ytl muayne 6 Ytl röntgen bir suç mudur ? Ki parası olmayandan bu ücret bile alınmaz iken buna bir usulsüzlük denilebilir mi, yoksa usul parası olmayan ve muhtaç insanları sağlıktan yoksun bırakmak mıdır ?

4-Bedava ulaşım : Küçük bir şehir merkezinde insanlara sunulan ulaşım hizmeti ücretlendirilmeli midir ? Ücretlendirilseydi 1,5 Km için acaba sayın Sayıştay denetçisi kaç lira bilet ücreti vermenin uygun olacağını düşünürdü ya da cebinde parası zaten az ise 1 ytl vermek yerine 1,5 km yi yürüyerek mi giderdi ? Bilet basımı satışı, faturalandırılıp takibi için ödenecek tutar aracın yakıtı ve belediyenin maaşlı personelinin ne kadar üzerinde bir kar sağlayacaktı acaba. Ki zaten başkan Osman Özgüven’de bunların hesap edildiğini belirtmiş. Sayıştay dentçisinden daha iyi bir allah vergisi matematik yeteneğine sahip olduğunu düşünmekteyim.

5- Kadın Dayanışma Ve El sanatları Merkezi : Yörenin kadınlarına bir el sanatı öğretip, bu sanat ile yaptıklarını satıp dar gelirli evlerine katkıda bulunmaları yöre ekonomisi için en basit ve en kolay katkı değil midir ? İşsizlikle mücadele için bundan daha ekonomik bir yol olabilir mi ? O merkezin işler halde kalması ve işletme giderleri acaba yöre ekonomisine yapılan katkı ile bir tutulabilir mi ?

Sayıştay denetçisinin bir matematik ve iktisat görüşünün olmaması , onun bu görevde kalması Dikili Belediyesine açtığı dava ile aynı suçu teşkil etmez mi ? Milletin kaynaklarını boşa harcamıyor mu aldığı maaş ile ki maaşının bir kısmı da Dikili’nin ürettiği katma değer ile ödeniyor.

Mantığın işgüzarlıktan başka birşey işaret etmediği bu olayda Dikili Belediyesini destekliyorum ve Sağlıklı güvenli ve insanların karnının doyduğu bir Dikili için teşekkür ediyorum.

 

 

 

Kategoriler
Fikir

Yenilikleri Farklılıklar Yaratır !

mürekkep kalem Yenilikleri Farklılıklar Yaratır !

Güzel söz değil mi ? Benden önce kimsenin söylememiş olması üzüntü verici,madem kimse söylememiş bu sözü ben söylemiş olayım,bu söz benim sözüm olsun !

     Zeki Bildirici
Kategoriler
Fikir Genel

B-612

küçük prens

İnsan yalnız yüreğiyle doğruyu görebilir. Asıl görülmesi gerekeni gözler göremez.

Çiçekle olduğu gibi tıpkı. Bir yıldızda yaşayan bir çiçeği seviyorsanız, geceleyin yıldızlara bakmak hoştur. Bütün yıldızlar çiçek açmış gibidir…

En son gün batımını ne zaman seyrettiniz?

Kategoriler
Fikir Genel

Bugün Yeni Bir Gün

actrion tuxSaat 04:20… Güne başlayalı dört saati geçmiş ve ben hala yapmam gerekenleri istediğim her an yapabilirmişçesine öylece bir şey yapmadan bekliyorum.Uyuyacağım ve bütün maceracı kişiliğimi uyanınca bir kenara bırakıp,yapmam gerekenlerin havasına girmek için gerekli dış görünüşü yakalayacağım. Uzun zamandan beri yazmamak yitirilen bir alışkanlık hissini yeterince hissettirdi. Bu arada çok şey yaptım diyemeyeceğim sadece seyahat ve boş vakit hepsi bu.

işadamı tux

Bugün uyanınca umarım günlük planıma uygun hareket ederim; kolları sıvasam hemen hallederim duruşundan kurtulur kolları sıvarım. Araştırmalarım için vakit daralmakta ve kuluçka evresi içi kof bir kuluçkadan başka bir şey vermemiş vaziyette… Aktif çalışma, çalışma içindeki dinamiklerle yeni fikirleri ortaya çıkarır umarım…

Tux’lar için Emeği geçenlere teşekkürler, buradan size uyan bir tux var mı bakabilirsiniz.

Kategoriler
Fikir

Pyke Çılgın Fikirleri Ve Buz Gemisi-Habakkuk

Geoffrey Pyke Geoffrey Pyke,Britanyalı bilim adamı,tam anlamıyla çizgi romanlardaki “Çılgın Bilim Adamı /Mad Scienist ” figürünün gerçek hayattaki yansıması ,çok zeki ve alışılagelmiş fikirlerden uzak çılgınlık boyutundaki düşüncelere sahip olan Pyke,zamanında ucube olarak görülmüştü.Savaş dönemi insanı olduğu için düşünceleri savaş ekseninde ürünlere yönelikti.

Pyke’ın en meşhur çalışması,mucidi olduğu Pykrete kompozit malzemesi ile üretilmesi planlanan buz gemi Habakkuk Projesidir.Habakkuk’a yoğunlaşmadan önce Pyke’ı tanımak için çılgın fikirlerine şöyle bir göz atalım.

Çok Gizli : Sıkıca Korunan Romanya Petrol Sahalarını Komandolar Nasıl Daha Kolay Yok Edilebileceği :

  • Nöbetçilerin üzerine köpekler yollanıp,nöbetçilerin köpekleri kurt sanması ve kaçması.
  • Köpeklerin boyunlarında küçük brendi fıçıları ile nöbetçilere yollanması (St.Bernard Köpeği gibi ) ve nöbetçilerin sarhoş edilmesi
  • Küçük patlamalarla petrol sahasında yangın süsü verilmesi ve Roman itfaiyeci kılığındaki komandoların böylece sahaya sızması.
  • Nöbetçilere kadınlardan oluşan bir ekip yollanması.(Baştan çıkartarak etkisiz hale getirilmesi)

Çok Gizli : İşgal Altındaki Norveç’te Seyahat için Motorize Kayak

Bu motorize kayak aynı zamanda Alman mevzilerine yollanabilen patlayıcı torpiller olarak da kullanılabilmekteydi ,Rocky dağlarındaki denemelerde Pentagon pek memnun kalmamıştı,fakat bu çalışma Kanada Başbakanının dikkatini çekmişti.Motorize kayak Norveç’te hiç kullanılmadı,fakat savaştan sonra kutup keşiflerinde hayati bir rol oynadı.

Çok Gizli : Nakliye İçin Boru Hattı

Gemilerden karaya insan ve mühimmat nakli için bir boru hattı

Ve elbiselerini giyip çıkarmanın zaman kaybı olduğunu düşündüğü için genellikle yatakta çalışan bu adamın en meşhur ve fantastik Projesi :

Çok Gizli : Habakkuk Projesi

habakkuk Bu projeyi basitçe açıklamak gerekirse teorik olarak “Batırılamayan ” Uçakgemisi Projesi yeteri kadar fantastik olacaktır,ve bu projenin amacı kadar zihin sınırlarını zorlayıcı bir diğer kısmı ise bu batırılamayan geminin “talaş ve buz”dan imal edilecek olmasıdır.
Şaka gibi gelse de Pyke,böyle bir malzeme yarattı, “Pykrete” ve yetmezmiş gibi bu geminin yüzen ve batmayan bir prototipini de yaptı.Şaşırtıcı değil mi !

Habakkuk

Arşivlerden kalma bu tasarım,yaklaşık 610 metre uzunlukta,100 metre genişlikte ve 60 metre yükseklikte adeta yüzen bir ada.
Teknik olarak “Batırılamayan” bu geminin sırrı pykrete de saklı,örneğin gemiye bir torpil isabet ettiğinde patlamanın gövdede açtığı hasar,gövdenin içindeki pykrete levhalarının arasından geçen soğuk hava borularının suyu dondurmasıyla hemen kapanacaktır.
Talaş tozu ve buzdan yapılan bir geminin sağlamlığının şüphe uyandırması gayet normal,fakat pykrete malzemesinin sağlamlığı bir hayli şaşırtıcıdır.

Pykrete malzemesi ile ilgili maalesef Türkçe bilgi bulamadım (malzeme mühendislerimizin bilgisine) fakat İngilizce wikisi Pykrete bilgi alabilirsiniz.

habakkuk

Habakkuk sadece düşüncede kalmadı,Patricia Gölünde(Kanada) bir prototipi 1943 yılında inşa edildi.O devirin parasıyla 70 milyon dolar ve 8.000 insanın sekiz ayda bitirebileceği bir projeye girişilmesindeki en ikna edici olay Winston Churchill ve Franklin D. Roosevelt in önünde Lord Mountbatten ‘ın pykrete ateş etmesi ve merminin geri sekmesi olmuştur kuşkusuz.Böylesine büyük bir proje vaat ettikleri ve gerekliliğinden dolayı destek bulmuştu,pykrete ve bu gemi ile yapılabilecekler sınırsız gibi durmaktaydı.pykrete

Pyke’ın sakalı ucube elbiseleri ve garip tavırlarına rağmen yaptıkları herkesi şaşırtıyordu,dev yüzen geminin yapımı için analizler,finansman gibi ciddi uğraşlar en üst düzeyden başlatılmıştı,Fakat geminin yaratacağı temel sorunlar ekonomikti,maliyetin yanı sıra iş gücü kaybı,soğutma sistemi için gerekli kilometrelerce tesisat ve talaş tozu üretebilmek için kağıt üretiminin göreceği büyük darbe idi.Kulübe gibi çatı ile muhafaza edilmeye çalışılan prototip Patricia gölünde batmadan yüzerken,Habakkuk projesini rafa kaldıran olay “Normandiya Çıkarması” gerçekleşmişti.

Projenin rafa kaldırılmasıyla Habakkuk prototipi uzunca bir süre Patricia gölünde yüzmeye devam etti ve sonunda batırıldı.Proje İngiltere tarafından Amerika’ya devredildi.Yıllar sonra söylentilere göre 60’lı yıllarda Kuzey Kutbu civarlarında görülen yüzen dev buz kütlesi Amerikalıların projeye devam ettikleri başka bir deneme prototipiydi.

Bu yazıyı yazma amacım yaratıcılığın ne kadar basit objelerle de olsa fantastik kurguları gerçek hale getrebildiğini göstermekdi,tıpkı su ve talaş tozunun oluşturduğu pykrete gibi.

Pykrete Pyke savaştan sonra bir süre Ulusal Sağlık Kurumunda çeşitli sorunların çözümünde çalıştı,insanları düşünceleriyle tanıştırmayı umarak makaleler yazdı ve radyo yayınları yaptı.
Pyke bu dünyada çalıştıkça karamsarlaştı 21 şubat 1948 günü insanların kendisine baktığında en çok garipsedikleri tuhaf sakalını kesti bir kutu dolusu uyku hapını yutarak hayata elveda dedi.

Pykrete’e ateş edilince ne olur ?

*Pyke,Pykrete ve Habakkuk Projesi ile ilgili ilk Türkçe yazıyı yazmanın mutluluğu içerisindeyim.
 27/12/2008
Saat : 04.32
Zeki Bildirici

Kaynaklar :

http://en.wikipedia.org/wiki/Geoffrey_Pyke
http://ourworld.compuserve.com/homepages/pete_hall_uk/pyke.htm
http://en.wikipedia.org/wiki/Pykrete
http://en.wikipedia.org/wiki/Project_Habakkuk
National Geographic Buz Gemi: Deniz Avcıları

Kategoriler
Fikir

Nail Baba: “Batı Beni Yanlış Anladı!”

Nail Baba

Nail Baba, o bu toprakların bir efsanesi fakirin fukaranın babası… Yıllar boyu durmadan çalışan, üreten ve bunca yıllık emeğini sermayesini artırmak için değil iyilik için kullanan bir “BABA”.

Nail Baba’nın köyü, bir orman köyü ve tabii ki Nail Baba odunculukla uğraşmakta, her yıl bu vakitler kara kış bastırmadan yakacağı noksan olan, ya da hiç yakacak alamayan fakir fukaranın yanmayan ocaklarının bacasından aşağı yakacak odun atar. Bacadan atar çünkü fukaranın gururunu kırmak istemez Nail Baba,Anadolu insanıdır o.

Nail Baba’nın emektar bir katırı vardır, yaşlılık dişlerinden ve gözlerinden götürmüştür katırın, ama o da yaptığı işin haklı gururu ve sevabını yüklemiştir eğerine yıllardır… Mağrur değildir katır da olsa bu yörelerin en asil hayvanıdır o.

Odunculuk, ağaç işleri derken elbette zanaatı vardır Nail Baba’nın; marangozluk…Çatı, doğrama yapar Nail Baba, kışa erzak tutulsun diye bu yaşında bile 2 güne ağaç ambar diker, dam,merek nice yapılar çıkar Nail Baba’nın elinden teri ağaç tozlarına karışırken…

Bazı günler köyün çocukları sarar Nail Baba’nın etrafını. Nail Baba çocukları çok sever, gülücükleri gözlerinin ışığı içini aydınlatır Nail Baba’nın… Atölyesine ne zaman çocuklar gelse, Nail Baba eline geçirdiği ağaç parçalarına hemencecik şekil verir, oyuncaklar yapar, ayrıca bahar mevsimi gelince köydeki her çocuğa tekerlekli araba yapar sevindirir onları.

İşte böyle Nail Baba’nın hayat,gerçi onun emeğini ve yüreğini kelimelere dökmek cümlelerin içinde boğmak belki de onun kendi halinde ve olması gerektiği gibi yaşadığı hayatına bir saygısızlık, ama kendisinin de dediği gibi;

“Batı onu yanlış anladı !”

*O Alman efsaneleriyle süslenmiş, karnı hep tok derdi yok, bütün dünyadaki çocuklara bir gecede oyuncak dağıtan gerçekdışı bir kahraman değil…

Nasırlı ellerliye karnı yarı aç, veya yarı tok olsa da yüreğinin kuvvetiyle ömründen geçen yıllara aldırmadan mucizeler yaratan fakirin fukaranın dostudur. Nail Baba, bir gecede herkese yardım edemiyor çünkü o gerçek dünyada yaşıyor, ve bu toprakların yaşadığı gerçeklikte her uzak orman köyünde bir Nail Baba yaşıyor, ve kim bilir belki de bu akşam vaktinde günlük mucizelerini tamamlamış yün çoraplarını doğrulttuğu eski sobasına karşı uzanmıştır ve sobanın hafif hafif yanma seslerinde yorgun gözlerini dinlendirmektedir…

Kategoriler
Fikir

Verimlilik Üzerine

verimlilik Verimliliğin kendi bakış açımla tanımını yaparsam bunu önceki yazımda değinmiş olduğum “planlar” temelinde yapmanın en doğru yaklaşım olacağını düşünmekteyim. Çünkü plansız işlerde sarf edilen emeğin verimliliğini ölçme şansımızın olmadığını düşünüyorum. Verimlilik bir ölçüdür ve bu ölçü bir hedefin içinde belli kıyaslarla karşılaştırıp belli kriterlere göre değerlenrdirilen, bu kriterler içinde objektif, dışarıdan bakan içinse göreceli bir kavramdır kuşkusuz.

Bu kıyaslar ve kriterler planın uygulanışındaki kontrol noktalarıyla belirlenmektedir. Verimliliği basitçe “Zaman-Emek” optimizasyonu olarak görmek bence pek doğru değil. Planların temelini oluşturan zaman kavramı ve bu zamanda sarfedilen maksimum emek basitçe verimlilik ve üretkenlik başarısını getirse de bu anlayışın eskide kaldığını düşünüyorum.Bu düşüncemin temelinde ise iki sebep yatmakta;

“Kalite” ve “Geri Dönülebilirlik”

Kalite günümüz rekabet koşulları içinde oturmuş bir gereklilik. Kalabalık dünya nüfusunda üreten insanların artması ve aynı eksende buluşan ürünlerin farklılık yaratması bakımından hızlanarak ilerleyen ve sınırlarını zorlayan bir birikim olgusu. Kaliteyi üretim evrelerinin sonunda ürünün etrafını süsleyen bir çerçeve olarak düşündüğümüzde bu çerçeve parça parça ürünün üretim aşamalarında oluşmakta ve sınamalarla ürünün son halinde birleşmektedir. Böylece sürecin içine kalite olgusunu yerleştirdikten sonra üzerinde esas durmak istediğim “Geri Dönülebilirlik” kavramına geçmek istiyorum.

Temele dönersek, üretim için plan yapıldıktan sonra verimli bir emek safhasından geçerek ürün oluşturulur ve sunulur. Bu temelin üzerine daha geniş bakarsak günümüz ihtiyaçlarında sunum son safhadan ziyade bir orta safha durumundadır. Sürekli gelişim prensibinde yukarıda bahsettiğim kalite entegrasyonu hataların fark edilip kapatılması ve en önemlisi yeniliğin her aşamada geriye dönülüp uygulanabilir olması ile bu süreç bir çember halini almakta ve her zaman başa dönülmesi gerekmektedir.

Geleneksel bakış açısındaki zaman-emek optimizasyonu sonuca yönelik olup esnek olmayan belirli hedeflerin ne olursa olsun tamamlanması prensibine dayandığı için güncel ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Bu durumda zaman-emek optimizasyonunun verimlilik olgusu dışında kaldığını açıkça görebiliriz. Verimliliği yeniden tanımlama, yeni bir bakış açısı içinde değerlendirmeye mecbur kalmaktayız.

Sürekli değişimin olduğu bu atmosferde “esneklik” kavramı aşamaların birbirine tam entegrasyonu ile mümkündür.

Geleneksel süreçte sınırlayıcı zaman içerisinde sondan başa doğru adım adım gelmek, her safhada yeni bir yıkım ve yapım yaratması yanı sıra ilk bakışta görülmeyen bir “olgunlaşma” sorunu yaratmakta. Alışılmış yöntemlerin bırakılıp yeni bir yönteme geçiş sürecindeki sıkıntılar kısa sürede aşılsa da olgunlaşma yeni sürecin benimsenmesi ve bu yeni yöntemin uygulanışındaki hataların kapatılması değil, bu yeni yöntemin en iyi şekilde uygulanmasıdır. Kuşkusuz bu tecrübenin oluşumu hayli zaman almaktadır. Sorunun zaten sınırlı zaman olduğunu hatırlarsak geleneksel bakıştan bir adım daha uzaklaşmış oluruz.

lego Emeğin hatta planın bütün sürecini parçalara bölersek geleneksel yöntemde üretim sürecini sonunda hep aynı resmi oluşturduğumuz bir yap-boz bulmacası olarak görebiliriz. Farklı köşelerinden başlayıp oluşturduğumuz bu resimde farklı köşelerden başlayıp zaman kazansak dahi elde ettiğimiz yine aynı resim olacaktır.
Yeni düzeni kıyaslarsak yeni sürecin gerektirdiklerini modüler bir yapı, parçaların tek başına bir şey ifade etmediği fakat bütün parçaların birbirleriyle uyumlu olduğu sınırsız kombinasyonlar yapabileceğimiz lego oyuncağı şeklinde imgeleyebiliriz. Yap-Boz oyuncağından farkı bir resim çıkaramasak da legodan farklı şekilleri kolayca oluşturabiliriz. Bu esneklik parçaların kendi aralarında uyumları ve entegrasyonları sayesinde oluşmakta. Bu yapının bize sunduğu en önemli şey “geri dönülebilirlik” ve anında farklı bir yapı oluşturabilmenin verdiği esneklik şansıdır.

Kuşkusuz böyle bir yapının oluşması kusursuz planlamadan öte yaratıcı planlamadan geçmektedir. Yapılan planlamalarda tahmin edilemeyen değişkenler için bırakılan boşluk esnekliklerin zaman kaybetmeden uygulanabilmesine şans tanımaktadır. Fakat bu boşluklar bırakılırken temkinli öngörülerle ve kullanılmamaları halinde kayıp yaratmayacak şekilde oluşturulmalıdır. Aksi taktirde büyük zaman kayıplarına ve uygulamalarda aksaklıklara neden olabilir. İşte burada geri dönülebilirliğin önemi safhalar arasında olduğu gibi safhaların kendi içinde dahi öne çıkmaktadır.

zamanŞartların hızla değiştiği bir atmosferde böyle dinamik bir yapının oluşturulması ve sürdürülmesi,geleneksel yöntemin basitliği yanında amaçtan uzaklaşma eğilimde görülebilir. Kuşkusuz sonuca bir an önce varılma amaçlanmaktadır, fakat bahsettiğimiz yeni atmosferde kesin tanımı olan mutlak bir sonuçtan söz edemeyiz, bu durumda sürekli gelişimle elde edilen kazanımları ara ürünler olarak görmeliyiz.

Muhakkak ki basitlik keşfedilen evrenin en temel prensibidir, fakat basitlik sonucun bütününde değil evrelerinde yatmaktadır ve kullanılan yöntemlerin uygulanışında yer almaktadır.

Değişken bir çevrenin bütün iç dinamiklerini net bir şekilde tanımlama şansımız olmadığı için yarattığımız kuralları basit prensipler şeklinde uygulasak da bu dinamikler içinde her an yanılabiliriz. Bu yanılsamalar bağlamında “Geri Dönülebilirlik” sistemi tamamen yıkıp yeniden oluşturmak yerine birkaç adım geriye gelip yeniden uyarlama imkanı sunmakta. Kuşkusuz bu geriye dönüşler de bir kayıp yaratmakta fakat bu geri dönüşler silbaştan başlamak yerine gayet makul ve kabul edilebilir kayıplardır.

Sınırlı bir sürede sunulan bu değerli ve sonuca ulşatıran emek tam anlamıyla verimli sayılsa da yine sürecin sonunda geçen sınırlı bir zamanda boşa çıkabilmekte ve bu kısa sürede yöntemin geri dönülebilir olmadığı için, yeni şartlarda atıl kalmış ürünlere harcanan boş çabalar olarak değerlendirilmektedir.

Sistemin evriminde bahsettiğimim emek kuşkusuz yenileşme için bir basamaktır. Benim bu atıl hale gelen ve gelecek ürünler için harcanan emeğin boşa gitmesinden kastım geri dönülebilir yöntemlerle uygulanmayıp sadece bir sıçrama tahtası haline gelmemesi ve çok değerli olan zaman ve emeğin revize edilip yeni şartlarda kullanılması ve aktif bir altyapıda kaybın en aza indirilmesi konusudur.

Verimlilik çerçevesinde zaman-emek optimizasyonunun yanı sıra sürekli kalite anlayışının entegrasyonu tek başına yeterli olmadığını, değişen şartlardaki bu döngüye ayak uydurulabilmesi için süreç içerisinde geriye dönülebilirliğin en iyi şekilde uygulanabildiği bir sisteme ihtiyaç olduğunu düşünmekteyim. Dolayısıyla tam anlamıyla bir verimlilik kavramından bahsedersek geçmiş yapılan çalışmaların ve harcanan emeğin şartlara uygun uyarlamaların açık şekilde ve köklü devrimler olmadığı, küçük ama önemli değişimlerin sürekli olduğu bir atmosferde ileriye dönük kullanılabilir yaratıcı planlar içerisinde hem zamandan hemde emekten minimum kayıp ile ilerleyen bir sürecin ölçüsünden bahsetmiş olacağımızı düşünmekteyim.