En son yazıyı yazmanın üzerinden tam iki ay geçmiş… Zaman nasıl geçiyor diye sormuyorum artık, zaman nasıl istediğimiz gibi geçmiyor veya zamanı nasıl etkili kullanamıyoruz sorularını sormaya çalışıyorum ama bildiğim yanıtları gerçek hayatta işler görmüyorum. Zamanın nasıl kontrolüm dışında ve verimsiz geçmesi sanıyorum uzun mesai saatleri, yorucu ulaşım süresi ve en çok da ruh hali ve enerji ile ilgili bir şey…
Hiçbir şeye zaman bulamayacak kadar bir yılgınlık ve tembellik içinde olabilmek bir tür ‘Oblomovluk’. Hep aynı döngü içerisinde aynı sonuca ulaşıyorum ve bunu uygulamıyorum. Ulaştığım yegane sonuç şu; ne kadar yoğun olan da araya bir şeyler sıkıştırmalısın. Şu da bitsin, şundan sonraya kalsın, bugün değil dedikçe ardı arkası kesilmeyen bir ötelemeler içinde yapılacaklar listesi şişip durmakt
Bu da Oblomovluğun bir başka göstergesi. Yoğunluk ve çoklu faaliyetler içerisinde insan kendini zorladıkça mutluluğu emeği ile koparıyormuş, yoksa hiçbir şeye kendiliğinden sıra gelmiyor…
Ne yaptım ne ettim diyecek olursam çok kayda değer bir şey yaptım sayılmaz… Bakalım
- Epeyce film izledim… Adlarını şu an listeleyecek değilim, iyileri de vardı kötüleri de. Hep izledikten sonra bir satır da olsa fikrimi not edeyim diyorum olmuyor.
- LibreOffice’in temel işlerine baktım, biraz çevirilere, çokça da Calc formüllerine ama en çok hata takip sisteminde vakit harcadım…
- Eski bilgisayarım sağolsun 2008 yılından bu yana sapasağlam duruşunu bozmamıştı ama gücü artık yetmiyordu. Kendisine verdiği emekler için teşekkür ettim ve daha rahat hizmet verebileceği bir yere uğurladım. Â Yerine yeni bir dizüstü bilgisayar aldım. Victor G451, canavar özelliklere sahip bir alet oyun bilgisayarı gibi ama kilosu hafif 2.5 kg, şimdilik hiçbir sorun yok. SSD ve full hd ekran müthiş bir olaymış gerçekten… Bir ara incelemesini yaparım umarım.
- Kitap okumaya çalışma çalışmalarım devam etti, tablet ve cep telefonunda e-kitap okuyabiliyordum. Fakat gözlerimin bozuk olması ve artık ışığa iyice duyarlı bir hale gelmesi sebebiyle daha fazla zorlanmamak için bir Kindle Paperwhite aldım. İyi ki almışım ne güzel bir şeymiş. Müthiş… Çok da hızlı okumaya el veriyor. Basılı hali 650 sayfa olan kitabı iki hafta sürmedi yolda izde bitirdim. Yok ben illa basılı kitap okuyacağım diyenlerin tam tersi bir duruştayım. basılı kitabı pek sevememiştim… Keşke ben çocukken Kindle gibi e-kitap okuyucuları olsaymış… Bununla da ilgili kendimce bir yazı yazacağım diye not düşüp devam edeyim.
- Oblomovluk dedim yukarıda, işte bitirdiğim kitap da Oblomov idi. Ne güzel bir kitaptı, bu yaşa kadar nasıl duymamışım, nasıl kimse bana bu kitabı okumam için tavsiye etmemiş, üzüldüm gerçekten. Müthiş bir kitaptı. Mutlaka okumalısınız. Hatta ergenlik çağına giren her çocucuğa mutlaka önerilmesi gereken bir kitap. Oblomov ve Oblomovluk biz doğu toplumları için gerçekten büyük bir ayna. Çok yazacak şey var ama şimdiye kadar okumadıysanız en iyisi gecikmeden okuyun bu kitabı.
- Fazla fotoğraf çekmedim. Çoğu şey gibi onu da yapmak için bir şevk yoktu içimde.
- İçkiyi azalttım ama daha sık hasta oldum
- İş… İş işte… Profesyonel şekilde kapıdan dışarı kafadan dışarı yapmaya çalışıyorum.
- Özetle birkaç gün öncesine kadar hobilerim ve boş zamanlarım için ilhamsız, isteksiz ve amaçsız bir ruh halindeydim. Şimdi daha kafamı toparlamış durumdayım. Sanıyorum hem Oblomov’un üzerimde bıraktığı etki hem de iki gün raporun vermiş olduğu kafa dinlenmesi etkili oldu.
Neyse yine 20 dakika planının dışına çıktım. Nedense uzunsa da kısaysa da yazmam hep 40 dakika sürüyor. Kırk dakika az değil, harcayamam diye yazmadığım zaman da boşa geçirdiğim bir 40 dakika kazanıyorum. Bu da böyle bir ikilem işte…
Bir fotoğrafla kapatalım. Teknik olarak başarılı değil, ama İstanbul’da yaşayan birçok insan için aynı ruh halini yansıttığını tahmin ediyorum.
Daha sık görüşmek üzere…
Mutlu günler.