Kategoriler
Genel

YDS – Yabancı Dil Sınavından nasıl yüksek puan alınır?

İngilizceyle hepimizin geçmişte bir ara yolu kesişmiştir… Bu yolun ikinci kez kesişmesi büyük ihtimalle “ya ben biliyorum ama bir belge almam lazım” dediğiniz zaman olmakta… Bu belgeyi bazen çalıştığınız iş yerinde dil tazminatı alabilmek için, bazen ise bir yeterlilik ispatına ihtiyacınız olduğu zaman yaşamaktasınız.

Samimi olmak gerekirse, bir dili bilmek ve sınavdan yüksek puan almak tamamen farklı şeyler. Tabi dili bilmeden sınavlardan yüksek puan almak gibi bir şey de yok. Sadece geçmişteki öğrendiklerinizi nasıl kısaca hatırlayabileceğinizi ve biraz da üzerine koyarak YDS sınavından iyi bir puan nasıl alacağınıza yönelik kendi tecrübelerimden birkaç şey yazmamın faydalı olacağını düşündüm.

Konuya ömrünü vermiş bir uzman değilim, İngilizce bilgim de çok süper değil, iş görür bir İngilizceye sahibim, bugüne kadar girdiğim KPDS olsun YDS olsun ihtiyacım olan A notunu bir kaç kez 90-95 aralığında almayı başardım o kadar.

Kendimce, gördüğüm, uyguladığım ve işe yaradığını düşündüğüm kaynaklar ve çalışma yöntemini aşağıda kısa kısa yazayım, belki işe yarar:

1- YSD’ye Hazırlanmaya Başlarken

Bahsettiğim gibi, İngilizce’ye sıfırdan başlamadığınızı vakti zamanında biraz öğrenmiş olduğunuzu var sayıyorum. Bu nedenle öncelikle ne durumdasınız ona bakalım…

a) Ben hızlıca en baştan tekrar etmek istiyorum

b) Benim durumum iyi, bilgimi orta seviyede koruyorum

her iki durumda da kendimizi a seçeneğindeymişiz gibi varsaymamızı öneriyorum. Bu durumda bize en hızlı şekilde yol gösterecek temel bir kitapla devam etmeliyiz, eski bir kitap, klasik sayılabilir “English Grammar in Use“. English Grammar in Use üç farklı için ayrı sürümleri bulunmakta. Aşağıdaki resimde yukarıdan aşağıya Essential = Temel, EGiU = Orta ve Advanced = İleri sürümlerini görebilirsiniz:

English Grammar in Use - Başlangıç, orta ve ileri seviyeler (yukarıdan aşağı sıralı)
English Grammar in Use – Başlangıç, orta ve ileri seviyeler (yukarıdan aşağı sıralı)

Temel İngilizce bilginizi hızlıca toparlamak için Essential Grammar in USe kitabıyla başlanılmasını öneriyorum. Kitapta ünite sayısının fazla olması gözünüzü korkutmasın, her ünite 1 veya 2 sayfa ilk 100 sayfa sizin ihtiyacınız olan konuları kapsamlı şekilde incelemekte. Bu üniteleri hızlıca geçerken örnekler ve ünite sorularını muhakkak yapın derim.

Kitapta ilerledikçe ve bilgilerinizi hatırladıkça kitap size basit ve sıkıcı gelmeye başlayabilir, böyle hissetmeye başladığınızda orta seviye kitabı olan English Grammar in Use’a geçebilirsiniz. Bu kitapta da benzer şekilde kitabın ilk 100 sayfası sizin işinizi görecektir.

2- Kelimeler… Kelimeler… Kelimeler…

Belki de çoğumuzun en çok bunaldığı şey… Zamanında deftere 5’er kez yazarak ezberlediğimiz sürekli kullandığımız kelimelerin birçoğunu unutalı çok oldu değil mi… Hatırlamak da hiç kolay olmayacak… Kelimeleri ezberlemek ilerlemiş yaşınızda çok sıkıcı ve zor gelecektir. Kolayı yok…

Bu konuda önerim YDS’de en çok çıkan kelimelerin derlendiği listelerden ezber çalışmanız ayrıca kelime ezberi için cep telefonu uygulamaları edinmeniz olacaktır.

Örnek kelime derlemelerine şuradan bakabilirsiniz, ayrıca sadece kelime değil, sıfat (advective), fiiller (verbs), öbek eylemler (phrasal verbs), edatlar (prepositions) vb listelere de mutlaka bakın.

Cep telefonu uygulaması için ise, uygulama mağazasına “YDS” yazdığınızda karşınıza birçok uygulama çıkacaktır. Buradan hoşunuza giden uygulama varsa indirin deneyin.

Son olarak, kesinlikle bir kelime listesi yapın, yukarıdaki listelerde ve geçmiş yılların YSD ve KPDS sınavlarında gözünüze çok çarpan ve anlamını ezberlemekte zorlandığınız kelimelerin listesi olsun, arada dönüp baktın.

3- Paragraf soruları…

Çalışma gerektiren bir diğer zorlu alan… Sıkıcı, uzun ve garip konuları işleyen paragraflar yetmezmiş gibi bir de birbirine yakın cevap seçenekleri işi iyice zorlaştırmakta… Çözümlere gelirsek…

Genel olarak vereceğim en iyi tavsiye İngilizce haber ve benzeri tarzda şeyleri mutlaka okuma alışkanlığı kazanılması gerek. BBC gibi yabancı haber sitelerine mutlaka günde bir kez girin ve bu sitelerdeki aktüel haberler dışında olan haber-hikaye türü yazıları okuyun. Hem keyifli konularda okuma yapmış olursunuz hem de sınavdaki paragraflara benzer okumalar yapmış olursunuz. Bu sayede hem algınız yükselir hem de okuma hızınız artar, böylelikle sınavda karşınıza çıkan geniş paragrafın anlam bütünlüğünü tek seferde kavrayıp soruları daha kolay yanıtlayabilirsiniz.

Bu okumalar öyle çok zaman alacak şeyler değil, günde 1 hikaye okusanız yeter de artar bile…10 dakikanızı alır… Anlamını bilmediğiniz kelimelere mutlaka sözlükten bakın.

Buna ek olarak sınavda bu sorulara yaklaşımız da çok önemli olacaktır. Ben öncelikle paragrafın hızlıca bir kere okunması sonrasında ise her soruda önce sorunun okunması sonra seçeneklerin hepsine hızlıca göz atılıp tekrar paragrafa dönülmesi taraftarıyım. Soru türleri ör. “parçada anlatılmak istenen, en yakın, vs” ile ilgili ipuçlarını geçmiş yıllara ait çözümlü sınav sorularında okuyabilirsiniz.

4- Dilbilgisi & Zaman

Zaman konusunda English Grammar in Use’da çalıştıktan sonra, yine genel tavsiye olan yabancı kaynak okumalarının çok yardımcı olacağını düşünüyorum. Bazen göz alışkanlığıyla dahi past + past perfect vb kalıplarla ilgili soruları yapabiliyoruz.

Diğer dikkat edilmesi gereken ve çok soru gelen alanlardan biri ise bağlaçlar… Whereas, when, while… Bunlara ilgili dehangisinin olumlu + olumlu hangisinin olumlu + olumsuz durumlarda kullanılacağına dair notlar alın. Bu size az 5-6 soru kazandırır. Aşağıda bahsedeceğim çözümlü sorularda da göreceksiniz zaten.



5- Sorular…

En önemli bölüm… Geçmiş yıllara ait çıkmış sınav sorularının çözümü… Çevremde yaptığım gözlemlere göre bu soruları çözmeyenlerle çözenler arasında ciddi bir puan farkı oluyor. Öncelikle zaman kazanma, benzer soru biçimine alışkanlık ve en önemlisi ise soru çözümlerinin bize öğrettiği kritik bilgiler.

Biliyorsunuz son yıllarda ÖSYM sınav sorularının sadece bir kısmını yayınlıyor, bu nedenle önceki YDS, KPDS ve hatta ÜDS sınav soruları çok büyük önem taşıyor. Bence bu sınavda başarılı olabilmenin yolu geçmiş yıllardaki çıkmış soruları çözmekten geçiyor.

Kitap önerisi olarak, fasikül halinde yayınlanan çıkmış soruları önerebilirim. Çıkmış soruları öyle laylaylom, bir soruya bakayım bir cevaba gibi çözmenin pek faydalı olacağını düşünmüyorum. Bu sınavları deneme sınavı olarak yapılması daha faydalı olacaktır. Akşam eve yorgun geldiniz, çok vaktiniz yok… Bu durumdaysanız sınavı 2’ye bölüp 40’ar soru şeklinde iki farklı günde yapabilirsiniz. Ha bir de kendinizi tanımanız önemli, mesela ben en çok hatayı ilk 40 soruluk kısımda yapan birisiyim (kelimeler, zamanlar, bağlaçlar vs) bu nedenle çıkmış sorularda sınavın ilk 40 sorusunu yapıyorum.

Çıkmış sorularda çalışmanın püf noktası ise, anlatımlı soru çözümlerini okumak ve eksik olunan noktaları tespit ederek adeta kısa bir özet gibi ders çalışmak. Bu nedenle bu yöntem çok pratik ve sonuca odaklı bir çalışma şekli.

Ben daha önce Goodbye KPDS Goodbye giye bir kitap almıştım… Çok süper olmasa da işime yaramıştı. Şimdi en son sınavlarda ise İrem Yayıncılık’tan çıkan “YDS Çıkmış Sorular ve Çözümleri” kitabıyla hazırlandım. Kitaptaki çözümler güzel, ipuçları pratik fakat bazı dizgi hataları (cevap seçeneği D iken B’yi  yazmak gibi) ve “fantboys” gibi kendi uydurdukları çözüm pratikleri dışında fena değil.

YDS Çıkmış Sorular ve Çözümleri - İrem Yayıncılık - Suat Gürcan, Rıdvan Gürbüz
YDS Çıkmış Sorular ve Çözümleri – İrem Yayıncılık – Suat Gürcan, Rıdvan Gürbüz

Fasikül kitabı internet üzerinden 15 TL’den başlayan fiyatlarla alabilirsiniz. Veya başka bir çözümlü çıkmış sorular seti de alabilirsiniz. Yeter ki çözümler öğretici şekilde yazılmış olsun.

Özetlersek

1- English Grammar in Use kitabını alıp hızlıca üniteleri işliyoruz
2 – YDS’de en çok çıkan kelimeler listelerinden ediniyoruz, tureng.com gibi sözlükleri bolca kullanıyoruz
3-  bbc.com‘daki ilginizi çekebilecek makale/haber-öykü gibi şeyleri okuyoruz (her gün en az 1 tane)
4- Çıkmış Sorular ve Çözümleri kitabı alıyoruz ve deneme sıavı gibi yapıyoruz, hatalarımızı gidermek ve doğrularımızı pekiştirmek için çözümleri güzelce okuyoruz.


Benim önerilerim bu kadar, gördüğünüz gibi sihirli bir ipucu yazmış değilim kimse de yazamaz. Tek çare çalışmak, ben kendi çalışma yöntemimi yazdım, yazdıklarım sizin de işinize yarayabilirse ne mutlu.

Mutlu günler.

 

Kategoriler
Genel

Bir “Portal” üzerine…

Türkiye’de özgür yazılım katkıcılığı yapmak zor iş… Hatta katkıcılığı bırakın topluluk üyesi olmak bile pek kolay değil…

2007 benim için bu alanda bir milat, kişisel aydınlanma, özgür yazılımın alnımda çıkardığı 3. göz… Bu tarihi referans alırsam 2007 öncesi -topluluk/camia ne derseniz artık- aitlik süreci çok zordu. Bakıyorum da 2007 sonrasından ta ki hatırlamak istemediğim bir tarihteki Özgürlükİçin.org çöküşüne kadar gerçekten güzel zamanlar geçirmişiz… Bu çöküşten sonra ise, topluluk ve aidiyet dışında özgür yazılım dünyasıyla olan bağlarımız da zayıflamaya başladı… En büyük zorluk ise bir portal, bir ana gemi olmayışı.

Efsanevi Özgürlükİçin sitesi hayalet gemi gibi bant genişliklerinde seyretmekte...
Efsanevi Özgürlükİçin sitesi hayalet gemi gibi bant genişliklerinde seyretmekte…

Bu zorluğu kısaca masaya yatırırsak -aslında buna da çok zamanım yok- madde madde gidelim:

  • Özgür yazılım dünyasından haberler / sürüm duyuruları
  • Ortak bir paylaşım/yardımlaşma alanı – forum
  • Blog kardeşliği – gezegen
  • İncelemeler – özellikle oyun ve heyecan verici şeyler

Bu ve bunun gibi onca şeyi bir araya getiren harika bir şeye sahipmişiz; özgürlükiçin.org hatta o zman o kadar zenginmişiz ki bir de pardus-linux.org‘a sahipmişiz… ve cahilmişiz… bunların artık geride kaldığını kabul etmek gerekiyor…

Özgür yazılımda böyle “değerler” (bu kelimeyi kullanmayı da pek sevmiyoırum) ne kadar önemliymiş, onu düşünüyorum bir kaç gündür… Bunların eksikliği gerçekten özgür yazılım dünyasını takip etmekte insanı çok zorluyor… Hadi ben İngilizce biliyorum takip edebiliyorum… Ya ait olmak? Paylaşmak? Yardımlaşmak? Birlikte bir şeyler yapmak isteyip de o marşa basıp o enerjiyi boşaltabilmek? Yapabilmek? Bunlar yok…

Atlamadan bir de teknokedi.com vardı, o da bu açığı kapatmak için kendi öz amacı olmasa da alan yaratmak için katkı vermişti. Sevgili Ali Işıngör abimizin iyi niyetiydi…

Şu anda bu alan içice dağınık halde… Andoid, tabletler  ve mobil teknoloji birçok kişinin başını döndürdü ve masaüstü arka plana itildi, fakat şimdi GNU/Linux masaüstünün güçlenerek geldiğini görüyorum. Steam’in GNU/Linux’a gelmesi ve süpersonik oyunları Linux’a taşıması, Nvidia – Ati sürücülerindeki yenilikler + Vulkan vs, ve nihayetinde de Microsoft’un başlayan Linux aşkı(!) (hem Office’in potansiyel Linux sürümü beklentisi hem de Office 365)… Bunlar harika şeyler aslında… Masaüstünde Linux kullanımını kısıtlayan birçok sıkıcı bahane ortadan kalkıyor -konuyu uzatmamak adına özgür yazılım felsefesiyle kapalı yazılım tercihini kullanıcıya bırakalım… Yakında kendi adam akıllı dağıtımıyla pazara çıkacak masaüstü/dizüstü bilgisayarlar görmeyi umuyorum. (Dejavu değil…)

Konuya dönersek, şu anda bildiğim birkaç site arasında GNU/Linux dünyasına özel bir amiral gemi görebileceğim bir portal yok. Bildiğim siteler ise adeta kahramanca bir bireysel mücadele ile ayakta tutulmaya çalışılıyor, içerik sunmak için büyük emek ve zaman harcanıyor… Bunlardan bazıları:

  • getgnu.org – Fortran takma ismiyle adeta bir süperkahraman edasıyla paylaşılabilir bütün haberleri neredeyse tüm özgür yazılımla ilişkili forumlara ileten süper kişi. nasıl yaptığını hala çözebilmiş değilim.
  • linuxnotlari.co – Sevgili Mustafa Gökay’ın epeyce emek verdiği Linux Haber Platformu. OMG ubuntu tadında
  • acikgunluk.net – Sevgili Özgür Ilgın’ın günlüğü, özgür yazılım artı hobileri (özel ilgi alanı nostaljik ve avatür türk sineması)

* Başka bildiğiniz aktif sayılabilecek site varsa yorumlara yazarsanız sevinirim.

Yeni bir site?

Hayır, yeni değil, birleştirici, geniş ve yeni içeriği sunan bir site… Kolektif ve eğlenceli, hatta daha önce olmadığı kadar eğlenceli olmalı… Özgür yazılım caps galerisi dahi olsa olur…

Neden?

Çünkü ihtiyaç var

Peki gönüllü mü olacak, nasıl ayakta duracak?

Ticari bir proje olmalı. Para kazanmalı, en azından masraflarını çıkarmalı.

Özgür yazılım projeleri ve ticari amaç???

Böyle bir tabu var, ticari amaç güdülebilir. Özgür yazılım ürünleri dahi parayla satılabilir ki bu gibi işlerde “reklamsızlık” sanki bir bekaret kemeri gibi her projeye iliştiriliyor. Çok anlam veremiyorum…

Ticari amaç olmalı, diğer türlü hiçbir şekilde ayakta duramadı. Bağış kültürü bizim ülkemizde yok, şahsi fedakarlık bir yere kadar… Bir de bu işleri üstlenen kişiler sürekli rica minnet ile istekte bulunmak gerekiyor; damdan düştüm bilirim, yok bize sunucu, yok bize alan adı lazım diye aramaktansa parayı basıp almak en sağlıklısı.

Kim yapacak? Nasıl bir model?

Şu an bu işi hobi olarak yapan arkadaşlar ve böyle bir projeye girmek isteyen kişiler bir araya gelebilir, gelir paylaşımlı kolektif bir model üzerinde anlaşabilir. Dileğim de budur. Şayet onlar olmazsa, İngilizce bilen birkaç üniversite öğrencisi arkadaş böyle bir projeye girerse hem hobi, hem harçlık hem de ileriye yönelik belki de kendi işlerini kurabilirler.

Gelir yeterli olur mu?

Varsayalım Google Adsense ile yola çıktılar, Türkçe içeriğin reklam başı getirisi tabi ki İngilizce içerikten daha düşük olacaktır, ama akmasa da damlar, ileriye doğru hacim arttıkça tatmin edici bir gelir gelebilir.

Özellikle Steam sayesinde oyun inceleme ve tanıtım içeriklerinin ileride büyük potansiyeli olacağına inanıyorum.

Zorlukları?

Tahmin ettiğim bazı zorlukları var, bunun yanı sıra yukarıda bahsettiğim arkadaşların yaşayıp deneyimlediği zorluklar da vardır. Sonuçta protonların çarpıştırmayacakları için kolayca üstesinden gelebileceklerini düşünüyorum. Linus Torvalds’ın “Just for fun – Yanlızca Eğlenmek İçin…” sözüne yaslanıp eğlenceli bir yola girilebilir…

***

Yukarıdaki kendi kendime röportajım daha kısa bir yazı yazmak içindi, kendimi havaya sokmak için değildi. Epeydir bir şey karalamamıştım, lafı iyice uzatmak istemedim 😉

Dilerim bu yazım bir açık davet olur, en azından bir tartışma başlar ve şu üzerimizdeki ölü toprağını silkeleyebiliriz.

***

Bonus: “Var mı peki bu haberleri takip edebileceğimiz yabancı bir site?” diyenler özgür Ilgın’ın 10 sitelik listesine bakabilirler: En çok takip ettiğim 10 yabancı GNU/Linux haber ve blog

***

Son olarak, ben bu yukarıda yazdıklarımı düşünürken LKD‘den şöyle bir ileti de geldi. Katkı verebilceklerin dikkatine:

Merhaba,

Dünyada özgür yazılım ve ilgili alanlar (kişisel verilerin gizliliği, ifade özgürlüğü, telif hakları vs.) hakkında önemli gelişmeler yaşanmakta. Ancak bu gelişmeler hakkında yayımlanmış güncel haber ve yazılar yabancı dil (başta İngilizce) bilmeyen ilgililere ulaşamamakta. Bu nedenle, güncel haber ve yazıları Türkçeye çevirmek amacıyla bir çeviri grubu kuruyoruz. Çeviri grubu çalışmalarına LKD üyesi olsun ya da olmasın özgür yazılıma gönül vermiş herkes katılabilir.

Çevirisi yapılacak haber ve yazılar, LKD tarafından hazırlanacak bir sitede düzenli olarak yayımlanacak. Ayrıca aylık olarak da bülten haline getirilerek duyurusu yapılacak.

Çeviri grubuna katılmak için yk@linux.org.tr adresine, kısaca kendinizi tanıtan ve çalışma grubuna katılmak istediğinizi belirten bir e-posta atmanız yeterli olacaktır.

– 

ibrahim izlem GÖZÜKELEŞ

https://plus.google.com/109568522902358862122/posts/SC6dNnTsZAJ

~DAVET~

Özgür Yazılım Günleri 2016: LibreOffice Geliştirme ve Yaygınlaştırma Toplantısı
Özgür Yazılım Günleri 2016: LibreOffice Geliştirme ve Yaygınlaştırma Toplantısı –

(twitter bağlantısını yapıştırınca yukarıdaki kendiliğinden çıktı, vay be!)

Fırsatınız varsa katılın, detaylı bilgi için: http://ozguryazilimgunleri.org.tr/2016/etkinlik-programi/

Mutlu günler.

Kategoriler
Genel

Uçan Kaykay yaptık diyorlar…

————————–   Bayatlamış yazı başı———————————–

Geçtiğimiz yılın sonunda Geleceğe Dönüş filmindeki Uçan Kaykayı temel alarak teknolojinin farklı bir ilerleme yolu olduğunu anlatmaya çalıştığım bir yazı yazmıştım.

Dün, sağolsun Ahmet A. Akın Google+ bağlantıma beni çok sevindiren bir haber linki gönderdi. Evet, uçan kaykay yapılmış!

Habere göre Totoya’nın lüks araç markası Lexus uçan kaykayın çalışan bir modelini ürettiğini duyurmuş. Evet, gerçek bir uçan kaykay!

Lexus'un geliştirdiği uçan kaykay prototipi
Lexus’un geliştirdiği uçan kaykay prototipi

Uçan kaykay Lexus’un sitesinde verilen bilgilere göre nitrojenle soğutulmuş süperiletkenler ve mıknatıslar kullanmakta. Bu teknoloji Toyata’nın ana ülkesi olan Japonya’da hızla ilerlemekte. Geçtiğimiz yıl bir japon demiryolu şirketi manyetik kaldırma treniyle yeni bir dünya hız rekonura imza attı. Toyota geçtiğimiz yıl niyetini bu teknolojiyi arabalar için denemekte olduğunu açıklamıştı.

Toyota’nın Teknik Yöneticiler Gurubu sorumlusu Hiroyoshi Yoshiki 2014 yılında katıldığı Sausalito, California’da gerçekleştirilen ‘Bloomberg Next Big Thing – Bloomberg Sırakdaki Büyük Şey’ zirvesinde “Bu aslında çok gizli bir bilgi, fakat en ileri Ar-Ge alanımızda uçan araba konusunda çalışmaktayız.” demiş ve uçan araba konusunda şu tarifi vermişti “Uçan araba yoldan birazcık yukarıda bir araba demek yani yolla bir sürtünmesi veya direnci bulunmamakta”.

Lexus uçan kaykay prototipini bu yaz Barcelona’da test etmeyi planlamakta. Ayrıca Lexus’un ve Martin McFly’ın geleceğe seyahat ettiği ve uçan kaykay’ı tecrübe ettiği 21 Ekim 2015 tarihi için geri sayımda olduğu ve ilerleyen günlerde daha fazla bilgi vereceğini söylemekte.

Haberi yukarıda aktarmaya çalıştım. Gelelim haberle ilgili eyyorlamalarıma….

Lexus 21 Ekim 2015’e sanıyorum ki büyük bir duyuru yapacak. Ortaya ne çıkabilir diye düşündüğümüzde büyük ihtimalle havada durabilen ve belli bir ağırlığı kaldırabilen bir kaykay çıkaracaklardır. Bu kaykay sanıyorum ki normal bir zemin yerine özel bir zemine hareket edecektir. hatta zemin futbola  müsaitse, pardon… Zemin gerçekten özel ise insan ağırlığını da kaldırabilir ve bizi gerçekten etkileyebilir.

Haberde benim asıl dikkatimi çeken “Aslında gizli bilgi ama “uçan araba” üzerinde çalışıyoruz kısmı… İnsan “vay, sonunda uçan araba fikri uçuk mucitlerden çıkıp endüstriyel değerlendirilmeye başlanmış” diyor. Açıklamadan anlaşılacağı üzere “sadece zemine temas etmeyen” bir arabadan söz ediliyor. Buradan da bu arabalarla birlikte özel yolların da tasarlandığını düşünebiliriz.

Quantum Levitation (Kuantum Yükselme) teknolojisi anladığım kadarıyla bildiğimiz beton ve asfalt yollarda çok verimli olmayacaktır. Peki bu uçan arabaların özel yollara ihtiyaç duyuyor olması ve dünyadaki yolların bu arabalar için özel bir malzemeyle örneğin manyetiklik sağlayan özel bir karışımla birçok karışım içermekte kaplanması gerçek dışı ve gerçekleşmeyecek bir fikir mi?

Kesinlikle hayır, hem ekonomik olarak hem de teknik olarak bana gerçek dışı gelmiyor. Dünyanın etrafını binlerce kez saracak ilkel&modern bir kablolamayı yaptığımızı, milyonlarca kilometre yolu fosil yakıt artığıyla kapladığımızı, yine yüzbinlerce kilometreye demir raylar döşediğimizi düşününce bu hiç de zor bir şey olmayacaktır. Bu yolları yapmanın yaratacağı ekonomik hareketlilik bile dünyanın şu an ihtiyacı olan bir şey.

Kim uçan bir arabaya binmek istemez ki?

Uçan arabanın talep edilecek bir araç olup olmaması en önemli şey. Evet bu yapılabilir, yaptık şuradaki parkurda da sürebilirsiniz demek aslında çok bir anlam ifade etmiyor. Uçan arabanın günlük hayatımıza girebilmesi için gerekli altyapıyı ancak uçan arabaya olan talep sağlayabilir.

Bu talep nasıl oluşacak? İnsanların uçan araba almak için kıstasları nelerdir diye sorunca klasik sıralayabiliriz bunlar; fiyatı, yakıt ekonomisi, güvenlik seviyesi, hızı ve performansı vb… Hatta mevcut içten yanmalı motora sahip arabalar, yetmediyse elektrikli arabalar varken neden uçan araba alınır ki diye sorgulayabiliriz.

Bence bu iki temel sorgu da pek işe yaramacaktır. Neden derseniz, bence uçan araba tüketim isteği doğuran bir ticari mal. Tıpkı cep telefonları veya video oyunlar gibi… Kablolu telefonlar ve telsiz ağı bu kadar yaygınken cep telefonları neden bu kadar yayıldı ki? İlk yaygınlaştığı yıllarda insanların belki de %99’una marjinal bir fayda sağlamadı -eve gelirken ekmek alıp almama kararsızlığını giderdi, o ayrı-. (Şimdiyse bu cihazların hızlı internet bağlantılarına sahip olması bu cihazları çok daha farklı bir konuma getirdi….) Milyarlarca dolarlık bir pazar oldu, dev bir altyapı kuruldu vs… Diğer bir örnek ise oyun konsolları, milyarlarca dolarlık pazar oluşturmasındaki ekonomik fayda neydi? Video oyunları hangi ekonomik gerekçeyle bir endüstri oldu, keyif, istek eğlence… Fiziki oyuncaklar, masa oyunları… Bunları geçtim, futbolun kendisini oynamak varken neden bilgisayarda oynamaya kalktı ki insanlar? Bunları açıklayabilmek zor. İlla ki bir açıklama getirmek istenirse ortaya sunulan gerekçelerin hiçbiri “gerçekçi ve ekonomik” olmayacaktır.

Uçan arabanın da benzer biçimde tercih edileceğini düşünüyorum. Yeni bir araba alırken “üzerine biraz daha koy Golf al” tavsiyeleri yerinde “üzerinde biraz daha koy uçanından al” denektir diye tahmin ediyorum.

Mevcut ekonomik sistemler bizi asla yıldızlara taşıyamaz.

Uçan araba bir tüketim aracı, mucizevi gibi göründe de aslında hayatımızı bu haliyle çok değiştirecek bir araç değil. Geliştirilmesinin sebebinin insanlığı ileri taşımak olmadığını biliyoruz. Şu anki ekonomik sistemin içinde başarılı bir bilimsel gelişim, özel sektör mucizesi, işte girişimin gücü ve sağladığı ilerleme gibi tanıtılacaktır.

Bu değerlendirmelerin doğru olduğunu düşünmüyorum. Yüzyıla yakın bir süredir otomobil yapıyoruz, son 25 yılda inanılmaz ilerlemelerin olduğu söyleniyor fakat hala can güvenliği sağlanamayan, çevreye geri dönülmez zararlar veren ve yüksek maliyetli bir çemberin içinden çıkan mucize durumu kurtarmıyor.

Varsayalım ki dünyada karayolu ulaşımı yok ve ekibimizle dünyanın tüm ülke liderlerinin toplandığı bir salonda sunum yapıyoruz. Şu gerçekleri söylediğimizi varsayalım.

Şu anki karayolu taşımasını ve araçlarımızla müthiş bir ulaşım sistemi sunuyoruz. Fakat her yıl yaklaşık 1.3 milyon kişi bu sistemi kullandığı için ölecek ve bu sistem küresel ısınmaya neden olacak/ hızlandıracak ve dünya üzerindeki yaşanabilir süre şu biraz kısalacak. Bazı ülkelerde kuraklık olacak vs… Ayrıca bu sistem 40 yıl sonra işe yaramayacak, malumunuz petrol rezervlerimiz sınırlı…

Bu sizce kabul edilebilir bir sistem olur muydu? Elbette ki olmazdı. Olmama sebebi yeteri kadar mükemmel olması değil, tehlikeli olması. Ekonomik olarak harcanan kaynağa değmiş mi orası da ayrı bir tartışma….

Konuya dönersek, şu anki sistemde teknolojik ilerlemeler “karlılık” ilkesinin boyunduruğunda kalarak yeteri kadar hızlı gerçekleşmiyor. Araştırma geliştirme faaliyetleri ürün iyileştirme ile sınırlı kalmakta ve sonunun ne olacağı belli olmayan yüksek maliyetli keşif çalışmalarının altına kimse girmemekte. Gelişmiş üniversiteler ise biraz biraz biraz bir şeyler olmakta. Tabi devrimsel girişimlerde bulunan bazı şirketleri de atlamak lazım SpaceX vs gibi…

Aslında burada değinmek istediğim sorun teknolojik ilerlemenin ekonomik olarak karşılığıın tanımlanmamış oluşu. Daha açık anlatmaya çalışayım; esas sorun milyarlarca dolar harcamaktan bahsettiğinizde bu harcamanın geri dönüşünün ne olacağını hesap edemiyor oluşunuz. Bir yatırım değeri tespit edilemiyor, sonucu belli değil ve şayet sonuca ulaşılsa bile edilecek kar -astronomik, süpersonik tarihin en büyük karı da olabilir- ölçülemiyor.

Bu sorunun önü aslında 90’lı yıllarda biraz olsa açılmış durumda. Amerika’da yaşanan Silikon Vadisi devriminden sonra teknoloji şirketlerinin değerlerinin ölçülememesi, sonrasında ise mali sektör ile finansal sektörün ayrışmasıyla günümüze kadar gelen bir ekonomik değerleme pratiği oluşmuş durumda.  Bilgi ekonomisi vs… Ama yine altını çizmek istiyorum, bunların hepsi ticaretle ilintili.

Güneş Sistemimizin dışına insanlı araçlarla ulaşabilecek teknolojinin ekonomik değerini nasıl ölçebiliriz? NASA’nın piyasa değeri ne kadar?… Milyarlarca dolarlık araştırma harcamasının kayıp harcama yerine klasik ekonomik anlayıştaki emek-değer mal-değer gibi somut şekilde hesap edilmesi nasıl mümkün olacak. Sorun işte burada.

Sonnot: Üzerinden bir kaç kez daha geçmem gereken bir yazıydı, bu haliyle mazur görün.

————————–   Bayatlamış yazı sonu ———————————–

Güncelleme:

Uçan kaykayla ilgili ben bu yazıya geçen ay başlamıştım, bu ay bitti. Bitirene kadar çoktan prototip tanıtılmış. Yukarıda tahmin ettiğim gibi…

İzlemesi bile çok zevkli, buyrun:

Yapılış hikayesiyle ilgili de güzel bir video var:

Meraklısına Geleceğe Dönü filmindeki uçan kaykay sahnesi:

Kategoriler
Fikir Genel

Temiz suya erişime bir adım daha yaklaşıldı hem de hesaplayarak

Daha önce vatandaş bilimi uygulamalarından bahsetmiştim. Bu uygulamalar arasında en geniş ölçekli projelerden biri olan WorldCommunity Grid’den bugün gelen sevindirici bir haberi paylaşmak istiyorum. (Aktarmak yerine çevirmek benim için daha kolay olacak…)

Temiz suya erişim için yeni potansiyelleri ortaya çıkarıyoruz.

Gönüllü katkıcıların karbon nanotüpleri içindeki su çalışmalarına katkısının temsili
Gönüllü katkıcıların karbon nanotüpleri içindeki su çalışmalarına katkısının temsili

Temiz Su için hesaplıyoruz.

Sayın Bildirici,

Bugün “Computing for Clean Water Research – Temiz Su Araştırmaları için Hesaplama” takımı karbon nanatüplerinden nasıl daha etkili su filtreleri üretilebileceğine dair keşiflerini duyurdu. Dünya çapında 1 milyardan fazla insanın temiz içme suyundan yoksun ve bu çığır açan buluş en çok ihtiyacı olan insanlara temiz ve içilebilir suyu ulaştırabilir.

Güvenli olmayan içme suyu nedeniyle Dünya'da her yıl ölen insan sayısı savaş ve çaıtşmalarda ölen insan sayısından çok daha fazla.
Güvenli olmayan içme suyu nedeniyle Dünya’da her yıl ölen insan sayısı savaş ve çatışmalarda ölen insan sayısından çok daha fazla.

Araştırma ortaklarımız World Community Grid’i (Dünya Topluluk Şebekesi) kullanarak suyun karbon nanaotüplerinden akışını eşi benzeri görülmemiş bir detay ile sayısal ortamda canlandırarak suyun akış hızını %300 artırabilecek olağanüstü bir şey ortaya çıkardılar. Bu teknolojiyle su filtreleme ve tuz çıkarma teknolojilerini iyileştirme potansiyelinin yanı sıra bu yeni keşif temiz enerji ve ilaç alanında uygulanma potansiyeline de sahip. Ekibin bu önemli keşfi prestijli bir dergi olan Nature Nanotechnology Journal’da bugün yayımlandı.

Bu keşif ancak araştırma çalışmalarına katkı veren 150.000 World Communty Grid gönüllüsünün katkısı sayesinde hayata geçebilirdi.

Daha fazla öğrenmek ve mevcut araştırıma projelerimize yardım etmek için World Community Grid‘e üye olun.

Bu heyecanlı hikayeyi paylaşın!

Tüm yaptıklarınız için teşekkürler.

World Community Grid Takımı

 

İşte böyle… Bilgisayarımızın atıl işlemci gücüyle belki de dünyadaki temiz su sorununu çözülecek…

Bununla kalmamakla birlikte belki de World Community Grid ve benzeri diğer projeleri sayesinde insanlığın en büyük sorunları olan (https://secure.worldcommunitygrid.org/research/viewAllProjects.do); temiz enerji, ebola, kanser, AIDS vb sorunları da ortadan kalkacak…

Ben işe yarayacağına inanıyorum.

Kategoriler
Fikir Genel

‘Vatandaş Bilimi’ ve Oyun Oynayarak Kansere Çare Bulmak

Bugün elimizdeki cep telefonları on yıl öncesinin bilgisayarlarından çok daha güçlü işlemcilere sahip ve çok daha gelişmiş yazılımlar üzerinde koşmakta. Bu cihazlar üzerinde bugün yapılamayacak çok az şey var. Hepimizin gündelik hayatında elimizden düşürmediğimiz bu cihazlarda kuşkusuz en çok zaman geçirdiğimiz etkinliklerden biri ise oyun oynamak. Çevrenizde; metroda, metrobüste hatta manzaralı bir çay bahçesinde dahi insanların telefon ekranlarına küçük bir dikiz attığınızda insanların hayatlarının rutin bir eylemi olarak bir oyuna bulaştığını ve vakit geçirmek için bu oyunu kullandığını görebilirsiniz. Bu oyun mesaisi aynı zamanda ciddi bir insan gücü de demek…Â İşte vatandaş bilimi de buradan yola çıkarak bu oyun mesaisi üzerinden taşınabilir cihazlarımızı bilime katkı verebileceğimiz bir araca dönüştürüyor.

Vatandaş Bilimi nedir?

Öncü Vatandaş Bilimi projelerinden Seti@home dünya dışı akıllı yaşamı arıyor.
Öncü Vatandaş Bilimi projelerinden Seti@home dünya dışı akıllı yaşamı arıyor.

Vatandaş Bilimi (Citizen Science) terimi çoğu zaman kıtalar arası işbirliği yapan biliminsanı takımlarını içermekte. Fakat şimdi, internetin gücüyle artık uzman olmayan kişiler de katılıyor.

Vatandaş bilimi birçok farklı kategoriye ayrılmakta. Öncü proje olan SETI@Home milyonlarca katılımcının atıl hesaplama zamanını kullanarak dünyadışı akıllı yaşam araştırmasında kullanmakta. Seti@Home’un açtığı yoldan devam ederek Boinc@Home ile biyolojiden fiziğe birçok alana, Folding@Home ile de tıp alanına atıl hesaplama zamanlarını bağışlamakta. Vatandaş biliminsanları ayrıca Galaxy Zoo gibi gök cisimlerini sınıflandırma çalışmalarında ve hatta doğayla ilgili Great Sunflower Project gibi projelere gönüllü olarak katılmakta. Bunun yanı sıra işin biraz daha mutfağına girerek Fold.it projesiyle bulmaca çözerek ‘Protein Katlama – Protein Folding‘ bile yapmak mümkün.

Oyun ve biyolojinin ilk harmanlandığı Fold.it projesi, onyıldır çözülemeyen HIV ile ilgili bir proteinin 10 gün içinde bir oyuncu tarafından çözülmesiyle kendisinden söz ettirmişti.

İşte buradan çıkan bir fikir ile ‘Vatandaş Bilimi” mobil- yani taşınabilir cihazlara eğlenceli bir şekilde taşınmakta.

Daha fazlasını merak ediyorsanız Uzay, İklim, İnsanlık, Doğa, Biyoloji ve Fizik kategorisinde Vatandaş Bilimi projelerini bir çatı altında toplayıp sunan Zooniverse.org sitesine göz atabilirsiniz.

2013 yılında gerçekleştirilen bir ortaya atılan bir fikir ile ilk defa tıp alanında bir proje oyunlaştırılıp mobil cihazlar üzerinden insanların kanser araştırmalarına katkı verebileceği bir projeye dönüştü. Cancer Research UK, Amazon Web Services, Facebook ve Google geliştiricileri, akademisyen ve bilim adamlarıyla birlikte genetik veriyi dönüştürebilen eğlenceli bir oyun oluşturmak için yola çıktı. Bu süreçte alınan fikirlerle Play To Cure: Genes in Space (Tedavi etmek için oyna: Uzaydaki Genler) oyunu ortaya çıktı. Oyunun yayınlanıp başarılı olması üzerine ise bir diğer oyun olan Reverse the Odds (Odları Geri Döndür) isimli bir oyun daha yayınlandı.

Genes in Space oyunu 2012 yılında Birleşik Krallık’ta gerçekleştirilen geniş kapsamlı bir göğüs kanseri araştırmasını temel almakta ve bu araştırmada elde edilen DNA verilerinin sanal bir madde olan ‘Element Alpha‘ya dönüştürülmesiyle analiz edilecek haritalar oluşturulmakta.

Bir bilgisayar oyunu ile tıbbi veri analizinin ne kadar başarılı yapılabileceği konusunda ise oyun geliştiricileri ve uzman biliminsanları şaşırtıcı bilgiler vermekte [1]. Uzmanlara göre mevcut bilgisayar yazılımları genlerdeki bozulmaları incelemek için yeteri kadar isabetli incelemelerde bulunamıyor ve %10’luk bir ıskalama olmakta. Oyunun arkasındaki bilim konulu detaylı yazılar [2] [3] incelendiğinde bilgisayarların DNA üzerindeki bu izleri incelemekte henüz insan gözü kadar iyi olmadığı ve bu binlerce veri setini incelemenin ise ço büyük bir zamana mal olduğu söylenmekte. İşte bu oyun sayesinde ise oyuncular tarafından hızlıca incelenebilen bu veri setleriyle araştırmaların hızlandığı söylenmekte.

Bu oyunlara temel teşkil eden ilk girişim olan çevrimiçi kanser hücrelerini inceleme platformu olan Cell Slider sitesinde bugüne kadar 2 milyondan fazla slyatın incelendiği düşünülünce, projelerin gerçekten faydalı olduğu görülüyor.

Genes in Space’in başarılı olması üzerine geliştirilip yayınlanan bir diğer oyun olan Reverse the Odds oyunu ise bir bulmaca oyunu. Bu oyunda genetik veriyi analiz etmek yerine mevcut kanserli hücreleri ve bu hücrelerin biyolojik işaretlemeleri (biomarker)  tespit edilmeye çalışılıyor.

Reverse The Odds projesini yöneten Dr. Anne Kiltie, Reverse The Odds oyuncularının hali hazırdaki bilgisayar analizlerinden çok daha hızlı ve %10 daha başarılı olduğunu ve ortalama isabetin de tıpkı Cell Slider gibi mevcut biliminsanlarına yakın olduğunu belirtmekte[4]. Reverse the Odds’da bugüne kadar 3.200.000 civarında görüntü analiz edilmiş ve toplamda 31.000.000 görüntü analiz edilmeyi beklemekte.

Gerçek kanser hücrelerini tespit etseniz de merak etmeyin, gerçek hastalara teşhis koymuyorsunuz. Oyundaki verileri yüzlerce insan analiz ettiği için hata yapmaktan çekinilmemesi gerektiniği söylenmekte.

Candy Crush veya Angry Birds gibi popüler bir oyunu oynayıp vakit öldürmek yerine Vatandaş Bilimi oyunları oynayarak insanlığa katkı vermek daha iyi bir seçenek olarak önümüzde durmakta.

Biraz daha detaylı anlatabilmek için oyunları yakından tanıyalım:

(Belki ileride işe yarar diye oyunların resmi sayfalarını çevirip aktardım)

1- Play to Cure: Genes in Space:

2014 başında yayımlanan Play To Cure: Genes in Space oyunu gerçek genetik verilerin oyuncular tarafından analiz edilmesine üzerine kurulu eğlenceli bir uzay oyunu.

Bilim kahramanı olun

Play to Cureâ„¢: Genes in Space, oyuncuların kolektif gücünü kullanarak gerçek genetik verileri analiz etmek ve kanseri daha kısa zamanda alt etmek için geliştirilmiş dünyanın ilk ücretsiz mobil oyunudur.

Oyun

Oyundaki görev sanal bir madde olan Element Alpha’yı toplamaktır. Element Alpha, birçok kanser türüne dayanak oluşturabilecek genetik kanser verisini temsil etmektedir.

Oyunda Bitfrost Şirketi’nin bir elemanı olarak göreviniz değerli ve satılabilir Element Alpha maddesini toplamak ve rütbenizi aşağıdakileri yaparak yükseltmektir:

  • Element Alpha’Nın en yoğun olduğu bölgelere göre rotanızı belirlemek
  • Rotanızı takip edip olabildiğince çok Element Alpha toplamak
  • Element Alpha toplarken ve sonrasında astroidlerden kaçınmak ve ateş ederek asteroidleri yok etmek
  • Geminizin özelliklerini geliştirerek daha güçlü hale getirmek ve daha çok Element Alpha satabilmek.

Genes in Space oyununda görev sanal bir madde olan Element Alpha’yı toplamaktır. Element Alpha, birçok kanser türüne temel teşkil eden genetik kanser verisidir.

 Uygulamayı Apple App Store’dan indirmek için tıklayın

 Uygulamayı Google Play’dan indirmek için tıklayın

Not: bazen bağlantı vb sorunlar nedeniyle boş harita gelmekte, Back (Geri) deyip tekrar Play tuşuna basıp (bazen bir kaç sefer tekrar etmek gerkebilir) deneyebilirsiniz

Oyunun arkasındaki bilim

Veri analizi bilim adamlarına iki anahtar konuda iletilmektedir:

  • Birincisi haritada Element Aplha yoğunluğuna göre çizdiğiniz rota
  • İkincisi uzay geminizle galaksilerarası uçuşunuz esnasında topladığınız Element Alpha miktarı ve konumu

Genes in Space oynayarak biliminsanlarının çok uzun zamanını alacak çok büyük miktarlarda genetik veriyi analiz ediyor olacaksınız ve onlara zaman kazandıracaksınız. Bu veri yeni hayat kurtaran tedavileri geliştirmek için kullanılabilir.

 

DNA Mikroçipi
DNA Mikroçipi
Uzayda rota çizilirken...
Uzayda rota çizilirken…

 

Oyunun arkasındaki bilim hakkında daha fazla okumak için tıklayınız (İngilizce) 

2- Reverse The Odds:

Taşınabilir cihazınızdaki bu bulmaca oyunuyla sihirli bir dünya yaratın, sevimli minion ırkını kurtarın ve biliminsanlarımıza gerçek kanser verisini analiz etmeleri için yardım edin.  

Oyun

Reverse The Odds oyununda, dünyaları düşüşe geçen renkli yaratıklar olan “Odd“lara yardım ediyorsunuz. Mini bulmaca oyunlarını tamamlayarak topraklarını geliştiriyor ve Oddların topraklarını yaşanabilir hallerine geri döndürüyorsunuz.

Reverse the Odds, hikayesi ve bulmacalarıyla eğlenceli bir oyun
Reverse the Odds, hikayesi ve bulmacalarıyla eğlenceli bir oyun

Ancak oyunda sadece Oddlara yardım etmiyorsunuz. Oyuna saniyelerinizi alacak gerçek kanser verisi analizleri ekledik.

Kanser araştırmalarına nasıl yardım ediyor?

Biliminsanlarımız devasa miktarsa veriye sahip, ve bu veri insanlar tarafından analiz edilmeli – bilgisayarlar gerekli desenleri algılamak için yeteri kadar iyi değil.

Reverse The Odds’a veri analizini ekleyerek binlerce oyuncunun biliminsanlarımıza beyin, gırtlak, akciğer ve prostat kanseri gibi farklı kanser türleri hakkında daha fazla bilgi sahibi olmasına yardım edebiliriz.

Araştırmacılarla aynı şekilde analiz ediyorsunuz, fakat sizin gibi çok oyuncu olduğu için veri içerisinde çok daha hızlı ilerleyebiliyoruz ve araştırmacılarımızın değerli zamanından kazanıp kanser hakkındaki ipuçlarını daha erken yakalıyoruz.

Hata yapmaktan korkmayın!

Vatandaş Bilimi olabildiğince kişiyi dahil etmekle ilgili, bu nedenle gördüğünüz hücrelerle hakkında %100 emin olmanıza gerek yok. Bazen araştırmacılar bile farklı fikirlerde olabiliyor. İşte bu nedene yerlerinde destek mekanizmaları var ve biz de bunu yapıyoruz. Sizin gibi bir sürü insan aynı resmi görüyor ve tutarsız analizler için bizim de kontrollerimiz bulunmakta.

Bilim

Gördüğünüz resimler eski hastalar tarafından bağışalanan gerçek tümör dokularının büyütülmüş örnekleridir.  Bu veri hakkındaki basit sorulara yanıt vererek biliminsanlarına kanser hakında daha fazla bilgi sahibi olmaları ve gelecekteki hastalar için en uygun tedavileri etkince reçetelemek için yardım ediyorsunuz.Oyunun arkasındaki bilim hakkında daha fazla okumak için tıklayınız (İngilizce)

Mücadeleye Katılın

3- Cell Slider

Araştırma kanseri öldürüyor, fakat yardımınıza ihtiyacımız var!

Bir bilim kahramanı olun ve Cancer Research UK ve Zoonivers’İn yanında kansere karşı savaşımızda yerinizi alın. Cell Slider patolojik veriyi görselleştirmekte ve kanser hücrelerini tıpkı biliminsanlarının yaptığı gibi tespit etmenize olanak tanımakta. Herkes bunun bir parçası olabilir ve analiz edilen her görüntü gerçekten fark yaratmaktadır!

Birgün kanseri alt edeceğiz. Cell Slider’da yer alarak bunu daha kısa sürede yapabilmemize yardım etmektesiniz.

2,538,888

görüntü hali hazırda analiz edildi!

http://www.cellslider.net/

——————

Kişisel not: Dünya üzerindeki insanların birbirlerini öldürmek için her yıl harcadıkları trilyonlarca doları düşününce bu çabaların nasıl bir karanlık içinde parladığını görüyoruz. Bu kadar parayla dünyada açlık ve hastalıklar elbette yok edilebilir, her zaman söylediğimiz gibi, başka bir dünya mümkün…

 

Bağlantılar:

1- http://www.bbc.com/news/health-26009350
2- http://scienceblog.cancerresearchuk.org/2014/02/04/download-our-revolutionary-mobile-game-to-help-speed-up-cancer-research/

3- http://scienceblog.cancerresearchuk.org/2013/03/01/can-the-power-of-the-public-help-personalise-cancer-treatment/

4- http://www.cancerresearchuk.org/support-us/citizen-science-apps-and-games-from-cancer-research-uk/reverse-the-odds

5- http://www.channel4.com/microsites/reverse-the-odds/app-FAQs.html 

* http://www.techtimes.com/articles/3244/20140207/can-video-game-help-find-cure-for-cancer-doctors-say-yes.htm 

* http://www.gamasutra.com/blogs/CharlesLeesCzerkawski/20140206/210183/Play_to_Cure_Genes_in_Space__Development.php

* http://socialtech.org.uk/projects/reverse-the-odds/

* http://www.scientificamerican.com/citizen-science/reverse-the-odds/

Kategoriler
Fikir Genel

Çeviri: Önceki teknolojinin yerini hızlıca alan 3B Yazıcı teknolojisi bir fark yaratır mı?

Önsöz

3 Boyutlu Yazıcılar (İng. 3D Printers) geleneksel üretim araçlarından farklı olarak tasarlanmış bir ürünü çeşitli malzemeler ile sıfırdan oluşturan cihazlar olarak tanımlayabiliriz. Geleneksel modelinde üretim; kalıplar, dökümler, oyma, kaynak, dokuma vb gibi çeşitli farklı teknikler sayısız makine ve eğitimli emek ile gerçekleştirilirken, 3B yazıcıların temsil ettiği yeni üretim modelinde ise bilgisayar tasarımı ve bu tasarımı malzemeyi 3B şekilde yazan/basan/dokuyan bir makine ile üretim gerçekleşmekte.

Türkçemize “printer” her ne kadar “yazıcı” olarak geçmişse de bunun doğru bir karşılık olmadığını düşünüyorum. Yazma eylemi değil, yazılmış bir şeyi basma, baskı eylemi söz konusu. Hatalı olduğunu düşündüğüm bu karşılık 3B yazıcı kavramıyla iyice ortaya çıkmakta. Aşağıdaki metni çevirirken de bunun zorluğunu yaşadım. 3B Baskıcılar daha doğru bir kullanım diye düşünüyorum, ama terimi bu yazıda 3B yazıcılar olarak kullanmaya devam edeceğim, sonra bakarız…

3B yazıcıları belki de duymuş olabilirsiniz, basit el aletlerinden tutun yapay kalp cihazlarına kadar birçok şey bugün bu teknolojilerle yapılmakta. İşte bu yazıda da teknolojinin insan hayatını nasıl değiştirebildiğini bir kez daha göreceğiz.

Yazıyı çevirme amacım bu yazıyı okuduğumda hissettiklerimdi aslında… Kötülüklerin ve kötü insanların hayatımızı çevirdiği ve dünyamızı esir aldığını görmekte ve hissetmekteyken böylesine harika insanların neler yapabildiğini görmek beni çok duygulandırdı, hiçbir katkım veya paydaşlığımın olmadığı bu kişilerin yaptıklarından gurur duydum. Minnetimi de yazıyı Türkçeye çevirerek göstermek istedim.

Buyurun birlikte okuyalım…

***

Önceki teknolojinin yerini hızlıca alan 3B Yazıcı teknolojisi bir fark yaratır mı?*

Onsekiz ay önce Youtube’de hayatımı değiştiren bir video izledim (buradan görebilirsiniz). Güney Afrika’da doğuştan sağ eli olmayan Liam isminde bir oğlan 3B yazıcı ile üretilen bir protez el kullanıyordu ve bu sayede normal ve mutlu bir çocuk olabilmişti.

Gülen yüzü ve kararlılığı benim 3B yazıcılar ve topluluk fonlaması çözümlerinin gücünü anlamamı sağladı. İnsanların hayatlarında bir farklılık yaratmayı amaçlayan yeni oluşan bir gönüllü topluluğu olan e-NABLE‘da çabucak bir gönüllü oldum. Bir çocuğun hayatını 30$ değerinde plastik ve 30$ değerinde donanım ile değiştirme kabiliyeti beni 3B yazıcılar ile üretilen her şeyi sevmeye sürükledi. İşte bu Accucode’da  kıdemli müşteri temsilcisi olmamın nedenlerinden biri.

Liam-300x300Bu hafta Austion, Texas”da SXSW fuarında SX Crate’e katıldım ve nihayet arkadaşım olan bazı gönüllülerle yüzyüze görüşebildim. Hatta Rochaster Teknoloji Enstütüsü’nde araştırmacı ve e-NABLE‘nin kurucularından olan John Schull ile de buluştum. Bir avuç insan ile başlamış proje altı el tasarımı, iki kol tasarımı ve motor ve arduino kontrolüne sahip miyoelektrik kol tasarımıyla 4.400’den fazla kişiye ulaşmış güçlü bir gönüllü topluluğuna dönüştü. Bağışlar ve fedakar gönüllüler sayesinde 900’den fazla el özel olarak tasarlandı, test edildi, değiştirildi, 3B üretildi, montajlandı ve ücretsiz olarak dağıtıldı. (Bağışlar www.enablingthefuture.org/donate adresinden yapılabilir. 50$ değerinde bir bağış bir çocuğa el uzatabilir… Gerçek anlamda…)

Eğer Robert Downey Jr.’nin bir Ironman protez kolonu genç Alex’e sunuşunun hikayesini okuduysanız e-NABLE‘ı hali hazırda görev başında görmüşsünüzdür. Bu kol, Merkez Florida Üniversitesinde mühendislik okuyan doktora öğrencisi ve uzunca bir süredir e-NABLE üyesi olan Albert Manero tarafından kurulan bir gönüllü grup olan Limbitless Solutions tarafından üretildi. (daha fazlası Facebook sayfalarında).

AlexPring

Bu bir çocuğun bir süper kahramandan ilk hediye alışı değildi. 28 Ocak 2015 tarihinde altı genç süper kahraman güçlerini e-NABLE ve Marvel Universe LIVE! ile Dallas, Texas’da birleştirdiler… bizi şeytani Kötü Suçluların yaratacağı mutlak kıyametten korumak için! Oyuncu ekibi alçakgönüllülükleriyle protezleri kendilerine monte ederek ve çocuklara sunarak birkaç saatlerini geçirdiler.

Geçen hafta SXSW şovunda %100 geri dönüşümlü 2 litrelik soda şişelerinden yapılan plastik filament ile üretilen ilk 3B üretimleri gördüm. Bundan böyle arazileri biyolojik olarak çözülemeyen plastikle doldurmak yerine bu çöple çalışan bir protez el veya kol yarabiliriz.

Evet, önceki teknolojinin yerini hızlıca alan 3B Yazıcı teknolojisi bir fark yaratır mı? Geçtiğimiz yıllar içinde 900 çocuğun  ve 4.400’den fazla gönüllünün halihazırda bir fark yarattı.

3B yazıcıların nasıl bir fark yarattığı konusunda daha Accucode’un 3B Bölümü ile iletişim kurarak daha fazla bilgi alabilirsiniz.

*Özgün yazı: Can the disruptive technology of 3D printing make a difference? - http://accucode3d.com/can-the-disruptive-technology-of-3d-printing-make-a-difference/ 

***

Sonsöz

Bilimin ve teknolojinin insan hayatını nasıl daha iyi hale getirebiceğinin güzel bir örneği olan bu yazıyı okuduktan sonra çocukluğumdan beri üzüldüğüm birçok şeyin ileride ortadan kalkacağına yönelik umutlarım güçlendi. Bugün plastik ve küçük elektrik motorlarıyla yapılan bu el organik olmayan maddelerin 3B yazdırılmasıyla üretildi. Yarın ise organik maddeleri örneğin DNA’yı 3B yazıp, hücreler örüp dokular ve organlar üretilebilir. Bu sayede organ ve uzuz eksiklikleri giderilebilir. Bugüne kadar mekanik aksamlarla giderilen engeller gelecekte biyolojik 3B üretimle giderilebilir. Bugün bu çalışmaların öncülerini bilim haberlerinde halihazırda okumaktayız. Dilerim o günler çok yakın olur… Ah bir de görme engelliler… Sanıyorum görme engelli birisine görüş kabiliyetini yeniden kazandırmak dünyanın en mucizevi buluşu olacaktır.

3B yazıcı konusu çok geniş bir konu, ama bir gerçek var ki o da bu teknolojinin insan hayatını çok çabuk değiştireceği. Sadece insan hayatı değil, ekonomimizi de çok etkileyecek bir konu… Gelişmiş sanayi ülkeleriyle gelişmekte hatta geri kalmış ülkeler arasındaki farkı kapatabilir. Baskı kodu ve istenilen ürünü yazabilecek yetenekte bir 3B yazıcı ile dileğiniz her endüstri ürününü üretebilirsiniz. Bu bir araba da olabilir bir silah da… Dediğim gibi çok yönlü ve kesinlikle devrimsel bir konu. Zaten birçok yerde 3. Sanayi Devrimi olarak değerlendirilmekte.

Son olarak, görüldüğü üzere yeni çağın büyük bir teknolojisi ile karşı karşıyayız. Burada özellikle dikkat çekmek istediğim şey üretimin temel faktörü olan sermayenin beşeri sermeyeye karşı kaybediyor oluşudur. İyi mühendislere sahipseniz, o mühendislerin üreteceği sofistike yazılım ve donanım – ki bu 3B yazıcılar makine üretebilen makinelerdir – müthiş kapılar açabilir.

İş dönüp dolaşıp eğitime geliyor… Klasik ve kötü eğitim sistemlerimizden sıyrılıp, düşünebilen, üretebilen ve bu sayede farklılık yaratabilen bir insan kaynağı yetiştirmek her şeyin önünde olmalı.

İlginizi çektiyse, 3D Printing Google+ topluluğunu takip etmek eğlenceli olabilir.

Mutlu günler.

Kategoriler
Fikir Genel

Yenilemek için fazla dokunmayacağım

Yazılarda, sunumlarda, -özellikle- tezlerde, konferans ve hatta televizyonlarda son onbeş yıldır duymaktan sıkıldığımız başlangıç cümlesini yani  “Küreselleşen dünyada…” demeden değişen dünya ile ilgili bir yazıya başlayabilmek çok önem verdiğim şeylerden biri. Naçizane önerim; lütfen siz de bu iki kelime ile başlamayın.

İnternet çok büyük bir devrim, çok basit bir ilkeye dayanmasına rağmen gerçekten tarihteki en başarılı ve en büyük devrim diyebiliriz. 90’lı yıllardaki ilk hali ile de büyük bir devrimdi, şimdiki dinamik haliyle ise çok büyük bir devrim. Dünyada bugüne kadar bu kadar insanı birbirine birçok yönden bağlayabilen eşsiz bir proje. Basit olarak, karşılıklı kelimeler, ses ve görsel veriler iletilmesinden çok ötede bir şeyi başarıyor, insanlar birbirlerini etkileyebiliyor. Birbirlerini etkileyen insanlar ise çok değişiyor ve farklı bir şekilde başka insanları etkilemeye başlıyor. Tarif etmesi güç ama lise biyoloji derslerinde genetiğin temelini hatırlarsak, melezlenme ile yeni bezelye türlerin oluşması gibi, düşünce sistemleri de melezlenerek yeni düşünceler ve bunların yayılmasıyla oluşan daha doğrusu örülen kolektif bir beyinin paydaşı haline geliyoruz.

Düşünceler, algılama hatta duyguların internet ağı üzerinden adeta füzyon reaksiyonu gibi ortaklaştığını kolayca görüyoruz, tanık oluyoruz. İyi yönde bir gelişme olduğu şüphesiz. Kötü yönde bir eğilim üzerinde neler olabileceğini ise düşünmek dahi istemiyorum, dev bir karşılıklı ortak nefret dünyayı yok olma savaşına bile götürebilir…

Bir şeyin içindeyseniz değiştiğini çok olay farkedemezsiniz. Teknolojiyi de topluma göre biraz önden takip ediyorsanız -ki bir blog okuyucusu olmak bence bunun için yeterli bir göstergedir- her yeniliğin dünyayı değiştireceğini düşünüp sabırsızlanmış ve değişime şahitlik etmek için beklemişsinizdir diye tahmin ediyorum. Fakat değişimin gerçekleştiğini ancak başka birinin ağzından ‘Artık xxx değişti’ lafını duyduğunuz zaman anlarsınız, ki bu onay ispatı aynı zamanda sizin şahitlik sürenizi de bir anda siler götürür, birden bu gerçekle karşılaşmış gibi olursunuz…

İşte bu değişimin daha doğrusu içinde bulunduğumuz devrimin çok da büyük bir maliyeti var: ‘Bağlı olma zorunluluğu’-bağımlılığı nasıl tanımlarsanız tanımlayın, özü şudur günlük hayatınızda internetin yeri artık sabittir, erişme ve erişilebilme alışkanlığınız haline gelmiştir. Bağımlılıktan öte bir durum olduğunu düşünüyoum, organik bir bağ hissi, bağlı olma hissi, beslenme refleksi gibi…

İnternet bağımlılığı, sosyal medya bağımlılığı gibi genel adlarla zaten bu durumu tartışmış, konuşmuşsunuzdur… Ama ben durumun biraz daha farklı ve derin olduğunu düşünüyorum. Bu yazıda da duruma bu ciddiyeti kattığını düşündüğüm şeyi yazmak istedim: AKIŞ (stream)…

Algı olarak doğrusal bir çizgide gidiyoruz. Kolayı da bu, bir zaman sırasında tane tane akan bilgiler… Karmaşayı sevmiyoruz, zaman sırasına dizilmiş her çeşit bilgiyi karıştırmadan almak gerçekten çok kolay… Sosyal medyada bilgilir akışla geliyor, zaman çizginizde hakimiyet sizde, okuduğunuz internet gazetesi haberi size akışla veriyor… Sürekli olduğunuz haber sitesine bakın, neden ana haberleri numaralandırılmış, neden yukarıdan aşağıya doğru önem sırası değil de zaman sırasına göre sıralanmış haberler var? Kolayı bu da o yüzden. Kolay olduğu için takip etmeyi başarıyoruz ve başarabildiğimiz bu eylem zevk veriyor, bağlanıyoruz. Sözlük siteleri bile akışın ağırlıklı bir takip kipi içerisinde, aradığınız terim neyse dilerseniz ararsınız… Örnekleri fazla verip konuyu boğmaya gerek yok, günümüzdeki çoğu internet sitesi bir akış üzerine kurulmuş.

Bağlı olmak aslında internetten beslenir halde olmak gibi, ne yediğiniz size kalmış, süper bilgilerle de beslenebilirsiniz, süper saçma bilgilerle de. Elbette internet dünayadaki bütün bilginin kaynağı değil (en azından şimdilik), fiziki çevremiz ve yaşamanın ta kendisi bilginin diğer kaynakları. Dengesiz beslenme gibi dengesiz bir bilgi beslenmesi de sorunlara yol açıyor, obezite gibi düşünelim. Dengesizce internetten beslenir hale gelmemiz, doysak dahi daha fazlasını arama haliyle bizi akışımızın başına geçiriyor ve yenilemek için ya tıklıyoruz ya da sürükleyip bırakıyoruz… Nasıl bir ruh hali ise az sayıda gelen güncelleme, yeni bir habere denk gelememek, gelen kutumuzda yeni bir posta olmaması bizi mutsuz etmekte. Oysa o zaman dilimi içerisinde nasıl bir beklentideyiz… Dev internet ağı ve sınırsız içerik akışından bizim nasibimize az düşmesi açken yoksul sofrasında olmak gibi bir his veriyor. Ne kadar çok yenilersek o kadar az ile karşılaşıp daha mutsuz oluyoruz. Tabi akışla beslenmek gibi etkileşme ihtiyacı da aynı şekilde, insani ve sosyal bir ihtiyaçmışçasına internet üzerindeki ağımızdaki kişişelerle etkileşmeyi bir ihtiyaçmış gibi görüyoruz. Çoğumuz aile ve yakın arakdaşlarımızla fiziki platformda daha az etkileşiyoruzdur…

Bir akıllı telefon sahibinin ortalama 9 dakikada bir telefonunu kontrol ettiğini okuduğumda kendime üzüldüm. Hayatın akışındayken bir işin ortasında veya sohbet ederken birden zorunlulukmuş gibi telefona ya da bilgisayar ekranına dönmek… Ne kötü ama ne çok yapıyorum… Altını çizmek isterim, üzüldüğüm şey ekrana uzun süre bakmak değil, dönüp bağı kontrol etmek…

Ne yapalım, yolda, durakta beklerken nasıl geçsin zaman diyebiliriz… O metrobüsün içinde 4-5″lik bir dünya kapısını açmayalım mı? Açalım tabi ama mümkünse başı-sonu olan bir şey olsun ekranın öte tarafında, akışın periyodunu mümkünse biz belirleyelim. Ha bire yenilemeyelim, yeni haber var mı diye aynı siteleri her saat turlamayalım. Mümkünse okumadaki boşluklara doğru ileleyelim… E-kitap olur, daha sonra okumak için sakladığınız yazıları Pocked – Read it Later (Daha sonra oku) Feedly vb uygulamalara yüklenelim.

Geçtiğimiz iki ayı yolculukta Kindle ile kitap okuyarak geçirdim. Son on günde yolculuk süremi düşünmem gereken bazı konulara ayırdım bu nedenle kitap okumaya ara verdim. O konuları düşünemediğim gibi, beş dakika bakayım derken yolculukta 38 kere akış yenilediğimi farkedince ne kadar sıkıcı bir şeyin içine kendimi ittiğimi gördüm.Akışlar yoğunlaştıkça birbirini tekrar eden ve akışlardaki kişilerin de birbirini tekrar eden halle gelmesi gerçekten faydasız ve sıkıcı… Azı karar çoğu zarar…

 Bu yüzden artık yenilemek için ikidebir dokunmayacağım. Önemli bir haber – olay varsa zaten bildirimi gelir, çevrendekiler bahseder. Hem bugüne kadar hep haberleri herkesten önce takip ettim de ne oldu, cemiyet ortamında -aa şu olmuş denildiğinde yaşanan ortak heyecanı yaşamadım, ben onu çoktan öğrenip şaşkınlığımı tüketmiştim, çevremle o anda paylaşabildiğim tek şey törpülediğim küstahlığımla söylediğim -evet okudum ben onu- evet duydum…

Kendime sınır koymayı sevmiyorum, uymayınca benim kendime olan saygımın öz-benliğimce ezilmesini kendime yediremiyorum. Fakat (bu kelime ile cümleye başlanılamayacağı iddia ediliyor) günde üç kere toplu ve hızlı şekilde bu akışlara göz atmamın kafi olacağını ve bunu uygulamayı düşünüyorum. Sabah gazetesi, akşam postası gibi, bir de öğle benden olsun…

Spam engelleyici doğrulamalarındaki ‘Stop spam, read books (Spam yapmayı bırak, kitap oku)‘ sözünü ilk duyduğumdan bu yana çok seviyorum, ve her zaman kaybıyla ilgili konuda bu lafın türevlerini kafamda çeviriyorum, bu konuda da ‘Yenilemeyi bırak, kitap oku (Stop refreshing, read books)‘ diyerek kendimi motive edeyim.

Akış dedim, durgunluk ve dinginlikle bitireyim.

Sapanca Gölü Kenarında
Sapanca Gölü Kenarında – (1920 x1280 boyutlu duvar kağıdı halini indirmek için resme tıklayın – JPG – 538 KB) Ekran boyutunuza göre dilediğiniz ölçüde küçültüp/kırpıp kullanabilirsiniz)

Mutlu günler.

Bu yazı 1.000 kelime ve 7.395 karakter içeriyormuş, çok değil hani… Satır boşluksuz 2 adet A4. Ne kadar okudum/zaman kaybım oldu diye merak ediyorsanız işinize yarar 🙂

Kategoriler
Fikir Genel

Mont, sırt çantası ve saat üzerine bir sorun ve yöntem hikayesi

Çocukluğumdan beri saat takmayı pek sevemedim. Sadece saat değil vücudumda herhangi bir takı-aksesuar hatta dövme bile olsun istemedim. Üzerimde bu tür bir şeyler olmadığında kendimi daha özgür hissediyorum. Peki ya elbise derseniz, çocukken onu da pek sevmezmişim ya… Neyse bu da ayrı bir hikayeye kalsın…

Saat dedim, dağıtmadan saatle devam edelim… Ara ara saat takmaya heves etsem de uzun süreli bir alışkanlık olmadı. tam ikiyüzelli hafızalı ışıklı Casio databanklar son hevesimdi, olmadı…. Cep telefonları da çıktı ya, saat benim için tamamen bitmişti ta ki Necdet Hoca‘nın beni Pebble ile tanıştırmasına kadar… Akıllı, şık ve güzel bir saat… Yeniden saat takmaya başladım…

Tabi geçmişte saat takmadığım için saat takanlara has sorunlara da bir o kadar yabancı kalmışım efendim. Hele kış mevsiminde, mont giyip üzerine sırt çantasını hızlıca geçirdiğim o hızlı günlerde zamanın akışının benim için çok önemi yoktu. Her gün, her dakika, her saat ve saymaya tenezzül ettiğim her saniye varsın geçsindi, ne olacaktı ki sanki. Gençlik bonkörlüktür efendim, hele de zaman bonkörlüğü… Gençken zamandan bol ne var ki elde, geçsin şu zaman da bir an evvel toplumda yer edelim, birey olalım da o zaman bakarız zamana…

Özetle, bu yaşıma kadar kışın hiç saat takmamıştım, okuldan sonra da doğrusu sırt çantası taktığım nadirdir. Geçtiğimiz gün dizüstü bilgisayarı sırt çantasına koyup Pebble’ımı koluma takıp montumu da giyince bu yazının konusu olan sorun ile yüzleştim. Büyük ve ciddi bir sorun varmış gibi algılanmasın, öyle olsaydı zaten toplumun bir çok bireyi tarafından tecrübe edilir ve nasihatlerle bilindik bir olguya dönüşürdü ve ‘veya’sı yazının sonlarında anlaşılırdı… Ama yazma niyetim sorunun farkındalığını artırmak ve ona mahrum kaldığı meşhurluk ve ciddiyeti kazandırmak değil ebette, çözümü söyleyecek olsam da anlatacağım çözüm de değil…

Mont kapüşonlu, hafif de kabarık, sırt çantası standart, kolluk boşluğunun çapı da büyük değil hani… Her işimize siyasetin gölgesinde önce sağ diyerek başladığımız için sırt çantasının sağ kolluk askısından tuttuğum gibi geçiriverdim sağ omzuma, sonra ezberimden güvenle sol kolum geriye kıvrılıp kendi idaresindeki sol elim ile çantanın sol kolluğunu yakalayıp tek hamlede çantayı giymem için omuz hareketime işi bıraktı… Omzumu geri atıp kolayca çantayı sırtıma geçirmem için tek yapmam gereken sol bileğimi kolluğun içinden geçirmekti ama bu sefer bir sorun vardı; sol bileğimdeki saat… Biraz zorlama ile kollukların hemen kayacağını düşündüm ama montun bilek kısmı ve saat kolluğun oraya takılmasına sebep oluyordu. İlk önce çantayı sırta geçirmek için ilkokuldan beri yaptığım manevrayı yanlış yaptığımı düşündüm, tekrar denedim yine olmadı, biraz daha zorlayayım dedim, kayış kopacak gibi oldu. Biraz geometriden hafızamda kalanları kullanayım dedim, dirseğimin ters açısını azaltmak hem acı verdi hem beni daralttı Bir çanta giymek ne kadar zor olabilir ki… Çanta kollarının yeteri kadar büyük olmadığını, mont ile giymek için biraz daha gevşetmem gerektiğini düşündüm o sırada biraz daha geometrik eğilme bükülme ile çantayı sırtıma geçirdim… Sonunda yola koyulabilmiştim.

Yolda neden böyle bir sorun yaşadığımı düşündüm, yeteneksiz miydim acaba.. Basit beceri gerektiren bir işi neden zorlanarak, ve daralıp terleyerek üstelik saatin de kayışını az kalsın kopararak ancak başarabilmiştim… Kafamda yine genişlik hesabı, açılar ve sürtünme ile ilgili fizik ve geometri kırıntıları ile bunun kolayını düşünmeye devam ettim. Biraz düşündüm ve sıkıldım, sonra düşünürüm deyip bu konuyu düşünmeyi öteledim. Böyle bir durum karşısında başka türlü düşünmem düşünülemezdi bence…

Dönüş öncesi düşünmeyi ertelediğim bu sorunla tekrar yüzleştim, çocukken her çocuk gibi kazak-atlet-tişört çıkarmakta ve giymekte çok tercih edilen fakat ilkel bir yöntem olduğu için ebeveynler tarafından eleştirilen kopana kadar çekip uzatma yöntemini uygularken yaşadığım sıkıntılar ve sonrasında doğru yöntemle nasıl kolayca giyilip çıkarılabileceğini öğrenip rahatladığımı hatırladım. Bakış açımı değiştirip farklı açıdan bakınca mevcut duruma bir çözüm bulacağımı düşünüyordum. Ama nafile, faydası yoktu, sırt çantasının nasıl asortik bir giyilme yöntemi olabilirdi ki, acaba kollarımı çapraz yapıp mı geçirsem diye düşünürken sorun iyice anlamsızlaştı… Saniyeler içerisinde bunlar aklımdan geçerken ayaktaydım ve sırt çantama bakıyordum, çok fazla şey aklımdan çok kısa bir zaman içinde geçmişti, insan beyninin hızına hayret edip bir saniyenin içerisinde birkaç saniye kadar hissedilen bir süre duraksadım ve kendi kendime şunu sordum; Neden önce saatimin olduğu sol koluma çantayı geçirmedim ki…! İşte bu kadar basitti bu sorunun çözümü. Oysa ben nerelere gitmiştim…

İşte bu kısa hikayeyi bu uzatılmış satırlara kadar okuyabilen dostum, bu laf salatasıyla anlatmak istediğim karşılaştığımız sorunlar (veya pratikte problemler) karşısında takıldığımızda çözümün hep çok basit olduğunu ve belki sadece yaptıklarımızın sırasını -mantıklı olan sıra ile -değiştirmekle bile bu sorunların ortadan kaldırılabileceğidir. Bu kadar basit bir şeyi beceremem veya çözümü ilk anda göremediğim için beni aptallıkla suçlayabilirsiniz, büyük ihtimalle de aptalca bir konu olduğunu düşüneceksiniz.  Fakat onun şunu söylemek isterim ki yöntemcilik yaşantımızda çok kullandığımız bir sorun çözme şeklidir, her şeyle ilgili ‘onun yöntemi şu’ şeklinde bilgiçlik taslanılabilir. Yöntemini biliyorsanız protonları çarpıştırmak bile çok kolaydır, yöntemi çokça tecrübe ettiyseniz de becerilememesi aptalca gelebilir. Benimsediğiniz yöntemler işlese de çok mantıklı olmayabilir olabilir tıpkı montu giyip çantayı taktıktan sonra sonra saati kolumuza takmak gibi. Mantık ve sıra, sadece bu.

Tıpkı takıldığımda bakış açımı değiştirmem gibi bundan sonra da takıldığımda başlangıç noktasını değiştirmeyi daha sık deneyeceğim. İşte bu da uygulama yöntemine değil, sorun çözme yöntemine bir katkıdır. Bu hikaye de kendime not olsun.

Bu sıkıcı kış yazısını güzel bir bahar resmi ile bitirelim…

Keukenhof bahçelerinde laleler
Keukenhof bahçelerinde laleler – (Küçük resim – Resme tıklayarak 1920 x 1200 1.5 mb duvar kağıdı halini indirebilirsiniz.

Mutlu günler.

Kategoriler
Genel

Neler yapıyorum – Aralık 2014

En son yazıyı yazmanın üzerinden tam iki ay geçmiş… Zaman nasıl geçiyor diye sormuyorum artık, zaman nasıl istediğimiz gibi geçmiyor veya zamanı nasıl etkili kullanamıyoruz sorularını sormaya çalışıyorum ama bildiğim yanıtları gerçek hayatta işler görmüyorum. Zamanın nasıl kontrolüm dışında ve verimsiz geçmesi sanıyorum uzun mesai saatleri, yorucu ulaşım süresi ve en çok da ruh hali ve enerji ile ilgili bir şey…

Hiçbir şeye zaman bulamayacak kadar bir yılgınlık ve tembellik içinde olabilmek bir tür ‘Oblomovluk’. Hep aynı döngü içerisinde aynı sonuca ulaşıyorum ve bunu uygulamıyorum. Ulaştığım yegane sonuç şu; ne kadar yoğun olan da araya bir şeyler sıkıştırmalısın. Şu da bitsin, şundan sonraya kalsın, bugün değil dedikçe ardı arkası kesilmeyen bir ötelemeler içinde yapılacaklar listesi şişip durmakt

Bu da Oblomovluğun bir başka göstergesi. Yoğunluk ve çoklu faaliyetler içerisinde insan kendini zorladıkça mutluluğu emeği ile koparıyormuş, yoksa hiçbir şeye kendiliğinden sıra gelmiyor…

Ne yaptım ne ettim diyecek olursam çok kayda değer bir şey yaptım sayılmaz… Bakalım

  • Epeyce film izledim… Adlarını şu an listeleyecek değilim, iyileri de vardı kötüleri de. Hep izledikten sonra bir satır da olsa fikrimi not edeyim diyorum olmuyor.
  • LibreOffice’in temel işlerine baktım, biraz çevirilere, çokça da Calc formüllerine ama en çok hata takip sisteminde vakit harcadım…
  • Eski bilgisayarım sağolsun 2008 yılından bu yana sapasağlam duruşunu bozmamıştı ama gücü artık yetmiyordu. Kendisine verdiği emekler için teşekkür ettim ve daha rahat hizmet verebileceği bir yere uğurladım.  Yerine yeni bir dizüstü bilgisayar aldım. Victor G451, canavar özelliklere sahip bir alet oyun bilgisayarı gibi ama kilosu hafif 2.5 kg, şimdilik hiçbir sorun yok. SSD ve full hd ekran müthiş bir olaymış gerçekten… Bir ara incelemesini yaparım umarım.
  • Kitap okumaya çalışma çalışmalarım devam etti, tablet ve cep telefonunda e-kitap okuyabiliyordum. Fakat gözlerimin bozuk olması ve artık ışığa iyice duyarlı bir hale gelmesi sebebiyle daha fazla zorlanmamak için bir Kindle Paperwhite aldım. İyi ki almışım ne güzel bir şeymiş. Müthiş… Çok da hızlı okumaya el veriyor. Basılı hali 650 sayfa olan kitabı iki hafta sürmedi yolda izde bitirdim. Yok ben illa basılı kitap okuyacağım diyenlerin tam tersi bir duruştayım. basılı kitabı pek sevememiştim… Keşke ben çocukken Kindle gibi e-kitap okuyucuları olsaymış… Bununla da ilgili kendimce bir yazı yazacağım diye not düşüp devam edeyim.
  • Oblomovluk dedim yukarıda, işte bitirdiğim kitap da Oblomov idi. Ne güzel bir kitaptı, bu yaşa kadar nasıl duymamışım, nasıl kimse bana bu kitabı okumam için tavsiye etmemiş, üzüldüm gerçekten. Müthiş bir kitaptı. Mutlaka okumalısınız. Hatta ergenlik çağına giren her çocucuğa mutlaka önerilmesi gereken bir kitap. Oblomov ve Oblomovluk biz doğu toplumları için gerçekten büyük bir ayna. Çok yazacak şey var ama şimdiye kadar okumadıysanız en iyisi gecikmeden okuyun bu kitabı.
  • Fazla fotoğraf çekmedim. Çoğu şey gibi onu da yapmak için bir şevk yoktu içimde.
  • İçkiyi azalttım ama daha sık hasta oldum
  • İş… İş işte… Profesyonel şekilde kapıdan dışarı kafadan dışarı yapmaya çalışıyorum.
  • Özetle birkaç gün öncesine kadar hobilerim ve boş zamanlarım için ilhamsız, isteksiz ve amaçsız bir ruh halindeydim. Şimdi daha kafamı toparlamış durumdayım. Sanıyorum hem Oblomov’un üzerimde bıraktığı etki hem de iki gün raporun vermiş olduğu kafa dinlenmesi etkili oldu.

Neyse yine 20 dakika planının dışına çıktım. Nedense uzunsa da kısaysa da yazmam hep 40 dakika sürüyor. Kırk dakika az değil, harcayamam diye yazmadığım zaman da boşa geçirdiğim bir 40 dakika kazanıyorum. Bu da böyle bir ikilem işte…

Bir fotoğrafla kapatalım. Teknik olarak başarılı değil, ama İstanbul’da yaşayan birçok insan için aynı ruh halini yansıttığını tahmin ediyorum.

galata köprüsünde gün batımı
Gün yine batıyor ama siz bir önceki gün batışını ne zaman gördüğünüzü hatırlamıyorsunuz. Gün batımının güzel bir şey olduğunu hatırlıyorsunuz ama nafile, trafik ve önünüzdeki yolculuk ve de en kötüsü hafta boyu kapalı ofiste güneşi bile birkaç kez farkedeceğiniz aklınıza gelince iyice tadı kaçıyor. Kabul edip devam ediyorsunuz…

Daha sık görüşmek üzere…

Mutlu günler.

Kategoriler
Genel

Sevdiğim Android Uygulamaları

Android telefonlarımız çoğumuzun hayatında önemli bir yere sahip, bu telefonlara yüklediğimiz uygulamalar ise akıllı olduğu iddia edilen bu cihazlar üzerinde yapabileceğimiz şeyleri artırmakta. Güzel ve işe yarar uygulamaları bulmak doğrusu zaman almakta. Onca kullanıcı yorumu okumak – ki içlerinde yorumum görünsün diye 1 yıldız verdim diyen zeka küpleri de var- gerçekten zaman kaybı… Bir toplumun ortalama zeka seviyesini uygulama mağazalarında yazılan yorumlardan anlayabilir miyiz, bunu da ciddi ciddi düşünüyorum… Konumuza dönelim…



Sevdiğim Android uygulamalarım

Ne zamandır aklımda olan bu yazıyı yazmamın amacı da aslında bu zaman kaybının önüne geçebilmek. Herkesin ihtiyaç duyduğu temel Android uygulamalarını derlemeye çalıştım. Zaten başlıktan da anlayacağınız gibi bunlar benim sevdiğim uygulamalar.

Uygulama isimlerine tıklayarak uygulamanın Google Play sayfasına gidebilirsiniz.

Daha geniş yelpaze için bu uygulama sayfalarındaki benzer uygulamalar’dan siz kendi sörfünüzü yapabilirsiniz. Umarım işinize yarar, önerilerinizi/yorumlarınızı yazmanızdan memnuniyet duyarım, yeni uygulamalarla tanışmak benim için eğlenceli oluyor.

İnternet Tarayıcı

Andoroid sisteminin varsayılan tarayıcısını ve yine çoğu sistemde varsayılan gelen Chrome’u çok fazla kullanmıyorum. Firefox’u başarılı görsem de benim için tarayıcıda hız önemli olduğu için daha hafifi ve hızlı tarayıcıları tercih ediyorum.

Standart tarayıcı
+ Hızlı, hafif, açılma-kapanma süresi çok güzel. Görsellik ve gece modu iyi. Video özellikleri ekstradan güzel.
– Bazen tekrar açıldığında eski sayfalarda kalıyor.

Yüzen tarayıcı. Uygulamlar içinde bir bağlantıyı uygulama üzerinde yüzen bir pencerede açıyor. Bazı cihazların tarayıcısında bu özellik bulunuyor, benimkinde yok. Bu nedenle ihtiyaç anında kenarda dursun diye yükleyebilirsiniz.

Klavye

Varsayılan tarayıcı iyi ama yeterli değil. O nedenle çoğu kişi gibi ben de ek bir klavye arayışındaydım. Birkaç klavye denememden sonra Swiftkey’de karar kıldım

Paralı sürümü ücretsize dönüşünce bu tercihte bulundum, iyi, hızlı, Türkçe yerleşimi ve tema galerisi de fena değil, boyut ayarlanıyor ama çok detaylı bir ayarı yok. İstatistik sağlıyor. En önemli özelliği kelime tahmin etme, e-posta, blog(rss), sosyal ağlara vs erişim izni verirseniz sizin hangi kelimeleri çok kullandığınızı vs ölçüp daha isabetli tahminlerde bulunuyor. Kaydırarak(Swift) yazma ise yine güzel bir özellik ama ben basarak yazıyorum.

Uygulama başlatıcı (Launcher)- Arayüz – Ana Ekran

Samsung’un TouchWiz arayüzünü pek sevememiştim. Ayrıca telefonu yatay tutunca arayüzün manzara moduna geçmemesi beni sinir ediyordu. bu sayede Nova Launcher ile tanıştım. Hafif, güzel, çok fazla ayar sunarak kişiselleştirmeye olanak sağlıyor ve en önemlisi telefonunuz yatay konumdayken uygun bir arayüz kullanabiliyorsunuz.

Harita – Navigasyon

Google Maps harikaydı, şimdi biraz bozdu ama yine de en çok kullandığım uygulamalardan biri. Bunun yanında önerebileceklerim:

Navigasyonu çok iyi olmasa da iş görüyor, trafik yoğunluğu göstermesi çok ama çok güzel bir özellik kullanıcıların kaza vb bildirimlesi de işe yarıyor.

Trapster tam bir yol arkadaşı. Yol boyunca size nerede radar, hız kamerası, polis kontrol noktası, tehlikeli kavşak vs var bildiriyor. Kullanıcıların işlediği bir veritabanı var sanırım. Uzun yolda yanınızda muhakkak olsun. Bildirimleri vs isteğinize göre seçebiliyorsunuz, malum ülkemizin yolları her yer tehlikeli kavşak o nedenle bu bildirimi kapatın, kafa şişirebiliyor.

Aslında bir gezi uygulaması ama çevrimdışı haritası çok işe yarıyor, nerede ne var gezilip görülecek yerler, yeme içme vesaire bilgileri de alabildiğiniz güzel bir rehber olarak işe yarıyor.

Not Alma

Cep telefonunda not almak çok işe yarayan bir etkinlik. Not almak alışkanlığınız yoksa bu alışkanlığı kazanmanıza yardımcı olacak çok kolay ve güzel uygulamalar mevcut. Benim şu an için kullandığım iki temel uygulama var Google Keep ve Evernote.

ana uygulama olarak Evernote kullanıyorum. Çok güzel özellikleri var, Evernote’un özelliklerini keşfetmek de ayrı bir zevk veriyor.

+ Not alma ile ilgili her şey bu uygulamada var. Sesi yazıya dönüştürerek not alma, belgelerin fotoğrafını çekip bu belgede “arama” yapabiliyor olmasından tutun, not defterleri, webs ayfalarından kırpıntı almak ve web sayfalarını özgün hali ile alabilmek çok güzel özellikleri. Web alanı ve eşlemesi ile özellikle seyahatte web sayfalarına çevrimdışı erişebilmek için çok kullandığım bir uygulama. Ayrıca ana ekran için widget – zımbırtısı da güzel.
– Açılış süresi biraz daha hızlı olabilir. Belki de telefonumun eski olmasından dolayıdır…

+ Daha hızlı ve pratik not almak ve daha da önemlisi hatırlatmalar için için Google Keep kullanıyorum. Basit notlar için güzel, Hatırlatıcısı ve Yapılacaklar Listesi kolay ayarlanıyor.
– Notlar için ayrı not defterleri yok – ya da ben bulamadım-. Everote gibi daha karmaşık işlevler sunmuyor.
Bonus: İşyerinin filtresine takılmıyor 🙂

Ofis

Telefon ve tabletimde çok fazla ofis belgesi işim olmuyor. Polaris Office, Kingsoft Office, Office Pro ve Microsoft Office Mobile gibi bir çok ofis yazılımı Google Play’de mevcut. LibreOffice’in uygulaması da henüz çıkmadı, Şubat’a kavuşmuş oluruz diye umuyorum.

Ofis yazılımı olarak Google’ın sunduğu QuickOffice’i kullanıyorum. Google Drive ile entegre şekilde temel ihtiyaçlarımı sıkıntısız şekilde görüyor.

Ofis denince taşınabilir cihazlarda en çok işe yarayan uygulamalardan biri iyi bir PDF okuyucu… Ben Foxit PDF okuyucuyu kullanıyorum, hızı, görüntülemesi ve temel PDF işaretlemeleri iyi. PDF gazete ve belgeleri güzelce okuyabiliyorum.

Ofis belgelerinizin depolaması ile ilgili ise Google Drive ve OneDrive-SkyDrive (NSA skandalı) ve Dropbox (dün hacklendiğini de göz önünde bulunduralım) gibi uygulamalara güvenmek size kalmış. Daha güvenli bir bulut depolama için kendi sunucunuzda bir ownCloud kurup uygulaması ile işinizi görebilirsiniz.

Okuma

Cep telefonu ve tabletleri en çok okumak için kullanıyorum. Web haberleri, bloglar, e-kitaplar vs… Bu nedenle en çok önem verdiğim uygulamalar okuma uygulamaları.

Moon+ Reader bence en iyi e-kitap okuma uygulaması...
Moon+ Reader bence en iyi e-kitap okuma uygulaması…

E-Kitap devrimine hala kendinizi uzak hissetseniz de artık daha fazla direnmeyin. Neden e-kitabın normal kitaptan daha iyi olduğunu burada yazıp konuyu bulamaç etmeyelim…

E-Kitap iyi bir e-kitap okuyucusu olmadan keyif vermiyor. Ben arayışım sonucunda Moon+ Reader’de karar kıldım, hatta o kadar beğendim ki uygulamayı bizzat yeniden Türkçe’ye çevirdim.PDF okuma vb gibi ek özellikler sunan ücretli sürümü olan Moon+ Reader Pro‘yu alabilirsiniz. Bazen indirime de girmekte. Bunun yanı sıra ReadMill, Kindle, Kobo vb uygulamalar da mevcut ama hiçbiri Moon+ Reader gibi ipleri sizin elinize vermiyor, kişiselleştirme ve görsellik sizin zevkinize göre seçebileceğiniz geniş kontrollerle Moon+ Reader’da sunulmakta.

Pocket (Daha önceki adıyla Read it later) bir daha sonra okuma uygulaması, gördüğünüz ve bunu sonra okuyayım dediğiniz ve daha sonra unutup kaybettiğiniz onca güzel şey, bu uygulama sayesinde artık kaybolmayacak. Pocket daha sonra okumak için eklediğiniz web sayfalarını, okuma konforunu en üst seviyede tutmak için sayfayı ıvır-zıvır fazlalıklardan arındırarak net bir şekilde düzgün bir yazıtipi ile size sunuyor. Masaüstü bilgisayarınızdan da pocket sitesinden faydalanabiliyorsunuz.

Efsane Google Reader’ına ardından gelen ve tutunamayan Google Currents’tan sonra Google’ın bir sonraki okuma uygulaması Google Play Gazetelik adında sunulmakta. Ben seviyorum güzel doğrusu, onca kaliteli haber kaynağını katalog halinde size okunaklı bir biçimde sunmakta. Ayrıca siz de Google Reader’daki gibi RSS ekleyerek kendi kaynaklarınızı oluşturabilirsiniz. Görsel olarak başarılı. Deneyin bence.

Readability, adı üzerinde web sayfalarını okunaklı hale getirmek için yapılmış bir uygulama. İçerik dışındaki kısımları atıyor, içeriği düzgün bir yazıtipi ile yalınca sunuyorç Ayrıca tarayıcı uzantısı ile tarayıcıda gezerken tek düğme ile o karman çorman sayfayı net bir metne dönüştüryor. Pocket benzeri… Kolaylaştırıcı bir uygulama.

Çeşitli

Sistem temizliği ve görev öldürücü. Artık daha az uygulama kullanıp daha az sistem kaynağı tükettiğim için otomatik sonlandırmayı çok kullanmıyorum. Sistem temizliği için güzel.



Telefonda torrent olur mu, ne gerek var demeyin. İşe yarıyor 😉

  • Spotify – Bulut müzik servisi

Ücretsiz sürümünü kullansam da ücretli sürümünün de alınabileceği şahane bir müzik dinleme uygulaması, çok zengin bir müzik arşivi var, radyoları, listeleri benzer önerileri insanı güzel bir müzik yolculuğuna çıkarıyor.

Yabancı Dil Sınavı için bir kelime uygulaması, en çok çıkmış kelimelerden soru cevap testi yapıyor. Eski ama işe yarıyor.

LibreOffice Impress ile yaptığınız sunumunuzu uzaktan kontrol etmek için yapılmış bir uygulama. Sunum kumandasına gerek bırakmıyor. Detayları şuradan alabilirsiniz: http://wiki.libreoffice.org.tr/Impress_Uzaktan_Kumanda_(Android)

Neden ihtiyacımız olduğu malumunuz. Ben bu ikisini sevdim, Psiphon ücretsiz, Tunnel Bear ise süreli ve sınırlı ücretsiz.

Baldbooth ve Mixbooth ile fotoğrafları harmanlayarak eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.
Baldbooth ve Mixbooth ile fotoğrafları harmanlayarak eğlenceli vakit geçirebilirsiniz.

Gerçekten çok eğlendiğim iki uygulama, fotoğrafları harmanlayarak eğlence çıkarıyorlar Mixbooth iki insanın yüzünü karıştırıyor, BaldBooth ise arkadaşlarınızın kel olunca nasıl görünceği konusunda size yardımcı oluyor. Bıyık ekleyen, yaşlandıran, şişmanlatan, çirkinleştiren benzer uygulamalar da var ama ben en çok bu ikisini seviyorum. Yeğenlerimi de çok eğlendiriyor 🙂

Instagram’daki efektleri seviyorsanız bu uygulama ile daha güzellerini yapabilirsiniz. Çok sayıda filtre ve ayar mevcut.

What’sApp kullanmayan kaldı mı bilmiyorum ama ek olarak sesli görüşme için Viber, daha da iyisi hem sesli hem görüntülü – ayrıca birden çok kişiyle aynı anda- görüşmek için Google Hangouts derim.

Çok kullanmaya fırsatım olmuyor ama güzel bir uygulama.

photosphere-create

Cihazınızın kamerası fotoküre (bilgi için bknz Photo Sphere) özelliğine sahip değilse bunu edinin. Müthiş bir özellik bence, bulunduğunuz ortamı 360 derecelik panaromalarla bir fotoküreye dönüştürüp fotoğraflara gerçeklik katıyorsunuz. Kendi sokak görünümünüzü de elde edebiliyorsunuz. Çok eğlenceli bir özellik. Ayrıca lens bulanıklığı vb özellikleri de var.